11 Ekim 2008 Cumartesi

Eylül - Mehmet Rauf

Eylül - Mehmet Rauf

Mehmet Rauf’un en önemli eseri olan Eylül; zamanının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilir. İlk defa 1900–1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilen Eylül’ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır.
Kitap, psikolojik bir roman olup, ruhsal çözümlemelerde çok başarılı bir çalışma sergilemiştir. İnsanların ruh hallerini çok iyi bir şekilde okuyucuya aktarmaktadır.
Kitabı okurken, eski İstanbul’un perspektifine, o dönemin kıyafetlerine, yalılarda hüküm süren aile hayatının tüm ayrıntılarına ve en önemlisi de samimi ve sıcak duygulara tanık oluyorsunuz.
Günümüzde bu tür duyguların hemen hemen hiç yaşanmadığını varsayarsak hatta varsaymaktan öte, bunu kanıtlayan birçok olaya, kişiye, duruma artık tepki vermediğimizi biliyorsak, roman bize gerçek bir aşkın ne olduğunu çok iyi anlatacaktır…
“Eylül! Öyle bir ay ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekliydi. Eylül esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve özlem çeker.
(…) Kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. İnsan kalpleri, birbirine bağlılığın ne demek olduğunu o zaman anlar. Ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum.”

Kitabın Özeti

Bu romanında kişisel duyguları ile insanlık düşünceleri arasında çırpınan ve bunun savaşını veren bir erkek ve bir kadının dramını dile getirmektedir. Bahsedilen romanın kahramanları Suat, Necip ve Suat’ın kocası Süreyya Beydir.
Süreyya Bey ve Suat Hanım birkaç yıldır evli çifttir. Süreyya Bey memurdur. Fazla zengin olmadığı için babasının yardımıyla geçinmektedirler. Yazları genç çift; babasının çiftlik evinde yaşarlar. Babasından defalarca başka bir ev almalarını, kendilerini yalnız bırakmalarını istese de babası, oğlu Süreyya Beyin sözlerini dinlemez ve yeni bir ev satın almaz. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılmaktadır. Süreyya ve Suat’ın evine, Süreyya’nın akrabası olan ve Süreyya’nın çok sevdiği, güvendiği Necip gelip gitmektedir.
Necip’in eve geliş gidişlerinde yine akrabalarından olan Suat’ın kardeşi Hacer de eve gelir. Hacer, Necip’le ilgilenir, fakat Necip Hacer’e karşı ilgili değildir.
Hacer evli ve eşi de onun için her şeyini verecek nitelikte bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır. Suat Hanım gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir. Necip de hem dostları hem de akrabaları olarak Suat ve Süreyya’nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte piyano çalmaktadır. Başbaşa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey bir şeylerin olduğunu, Suat Hanım’a aşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsa da başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderken de Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır. Daha sonraları Necip’in tifoya tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Tehlike devresi geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendiden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez. Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Hâlbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır. Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya bir şeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir. Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer’in davranışları, onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan, Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır. Mutsuz günlerin devam ettiği günlerden bir gün Necip, konağa ziyarete gider. O gün konakta yangın çıkar, herkes dışarı fırlar. Suat, bilerek yangında dışarı çıkmaz. Bunun üzerine Süreyya ve Necip, Suat’ın odasına dalarlar. Süreyya da tam odaya girmek üzereyken tavan alevlenir, odanın içindeki genç kadın ve genç erkeğin üstüne tavan çöker. Sonunda olanlar olur ve her ikisi de bu yangında ölür.
Kitap yer alan kişilerin değerlendirilmesi
Suat: Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e aşık olur.
Necip: Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip, Suat’a aşık olan bir adamdır.
Süreyya: Suat’ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.
Hacer: Suat’ın kardeşi ve Necip’e ilgi duyan bir kadındır.

Mehmet Rauf’un Yaşam Öyküsü

Mehmet Rauf 1875′te İstanbul Balat’ta doğdu. İlköğrenimini Balat’taki Defterdar mahalle mektebinde tamamlayan Mehmet Rauf, daha sonra Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde okudu. 1893′te Mekteb-i Bahriye’yi bitirdi.
Askeri Rüştiye’de Fransızcasını, Mekteb-i Bahriye’de de İngilizcesini geliştiren Mehmet Rauf, Georges Ohnet, Octave Fleuillet, Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubert gibi dönemin ünlü yazarlarını eserlerini yazdıkları özgün dillerden okudu ve bu yazınsal beğenisini geliştirdi. Ancak aklı fikri edebiyattaydı Mehmet Rauf’un; daha on altı yaşında iken yazdığı “Düşmüş” adlı hikâyesi İzmir’de, Halit Ziya’nın çıkardığı “Hizmet” gazetesinde yayınlanmış, gençlik yıllarında önce Mektep dergisinde, Edebiyat-ı Cedide hareketine katılınca de Servet-i Fünun’da küçük hikâyeler, mensur şiirler, edebi makaleler yazmış, Servet-i Fünun’da tefrika edilen “Eylül” romanıyla dönemin tanınmış yazarları arasına girmişti.
Mehmet Rauf, aynı zamanda ilk ciddi edebiyat eleştirilerinin de yazarıydı. İyi yabancı dil bilen ve Aydınlanma düşüncesiyle Fransızca metinlerle tanışan Mehmet Rauf, II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra erotik edebiyatın öncülüğünü yapmıştı. Ne var ki, “Bir Zambağın Hikâyesi” ve “Kaymak Tabağı” adlı uzun hikâyeleri nedeniyle muhafazakâr kesimlerin tepkilerini topladı. Askeri mahkemede yargılanarak ordudan atıldı. Bu arada yazdığı bazı öyküleri Halit Ziya’ya gönderdi. Halit Ziya’nın da ön ayak olmasıyla öyküleri çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Servet-i Fünun dergisinin çevresinde toplanarak Tanzimat yazarlarından çok farklı bir yol izleyen ve yazınımızda da Servet-i Fünun adıyla anılan akımı yaratan yazar ve şairler arasına 1896 yılında katıldı.
1901′de ilk evliliğini Ayşe Sermet Hanım’la yaptı. Daha sonra Besime Hanım’la evlendi. Son evliliğini Muazzez Hanım’la yaptı. İlk evliliğinden iki, ikinci evliliğinden bir çocuğu oldu. Cumhuriyet döneminde olmak üzere çok sayıda hikâye, roman ve oyun yazan Mehmet Rauf, piyes yazmış, sürdüğü maceralı hayat sonunda 1927′de hastalanarak felç oldu. Ve 23 Aralık 1931′de Cerrahpaşa Hastanesi’nde yoksulluk içinde hayata göllerini yummuştur.
“Aşka aşık” bir kişiliği olan yazarın bu özelliği eserlerine de yansımıştır. Yazar hemen her eserinde aşkı anlatır. Yazarın en ünlü eseri “Eylül” de bunun örneklerindendir. İlk eseri çocuk yaşta yazdığı “Gaskonya Korsanları yayımlanan ilk eseri ise, “Düşmüş” adlı hikâyesidir. Mehmet Rauf’un yazınsal başarısı insan ruhuna ait tasvirlerinin inceliğinden kaynaklanıyor. Bu anlamda, “Eylül” edebiyatımızda psikolojik analizlere yer veren ilk roman kabul edilir. Yazar en çok hikâye türünde eserler vermiştir. Dili kendisi için üstat kabul ettiği Halit Ziya Uşaklıgil’e göre daha yalındır; bununla beraber Servet-i Fünun lehçesinden örnekler de çoktur.
Fransa’daki naturalizm ve realizm akımlarından etkilenmiş olsa da romanlarındaki karakterler, hayatlar ve yaşayışlar idealize edilmiş tiplerdir. Yazarın eserlerinde mekân genellikle İstanbul köşkleridir bu yüzden. Bu nedenle yazarın realizmden uzak bir sanat anlayışı olduğu söylenebilir. Karakterler ise, alafranga tiplerdir.
Servet-i Fünun döneminin Halit Ziya’dan sonraki en önemli yazarı kabul edilen Mehmet Rauf’un roman, hikâye, makale, mensur şiir ve tiyatro türlerinde çok sayıda eseri vardır.
Romanlarında genelde İstanbul ve çevresinde yaşayan seçkin ailelerin arasında geçen aşk ilişkilerini konu almıştır. Zaman zaman şiirler de yazmıştır.

Eserleri

Romanları:
•Eylül
•Ferda-ı Garam
•Karanfil ve Yasemin
•Genç Kız Kalbi
•Böğürtlen
•Son Yıldız
•Halas
•Ceriha
•Kan Damlası
Hikâye kitapları:
•İhtizar
•Son Emel
•Aşk Kadını
•Eski Aşk Geceleri
•İlk Temas
•İlk Zevk
•Define
Oyun:
•PençeDüzyazı şiirler:
•Siyah İnciler