Kitap Özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap Özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2008 Cumartesi

Aşk-ı Memnu-HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

Roman Peyker ve Nihat Beyin evlenmesiyle başlar. Peyker ve Bihter’in annesi Firdevs Hanım duldur ve Adnan Beye gizliden ilgi duymaktadır. Ancak Adnan Bey Bihter’den çok hoşlanmaktadır. Onunla evlenir. Adnan Bey varlıklı , asil bir aileden gelmiştir. Annesi bu evliliği hiç kaldıramaz.

Bir gün toplanıp pikniğe giderler, bütün aile oradadır. Adnan Beyin yeğeni Behlûl Peyker’e dayanamaz ve onu ensesinden ateşli bir şekilde öper. Peyker buna çok kızar çünkü kocasına çok bağlı birisidir. Behlûl Bihter’e göz koyar. Ondan çok hoşlanır, onun fiziki görünüşü Behlûl’u çıldırtma seviyesine getirir. Bihter’in kendisinden hoşlanmasını sağlar ve o günden sonra her gece beraber olurlar.

Behlûl ve Bihter’in mektupları Nihal tarafından görülür. Nihal bu olaya inanamaz çünkü Behlûlle evlenmeyi düşünmektedir. Nihal’in tam mutluluğu düşündüğü bir sırada bu olayı öğrenmesi hayatını yıkmıştır. Adnan Beyin bu olayı öğrenmesiyle her şey değişir.

Adnan Bey ve Nihal eskisi gibi beraber yaşamaya karar verirler. Artık hayatlarında ne Behlûl ne de Bihter olacaktır.

3) KİTABIN ANA FİKRİ:

Yasak bir aşk bir ailenin yıkımına neden olabilir, gerçekleri zamanında farketmek sevdiklerinin daha fazla üzülmesini engeller.

4) KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Bihter: Düzgün bir fiziğe sahip, çok güzel, erkekleri kolayca elde edebilen cazibeli bir kadındır. Annesine karşı kin beslemektedir.

Adnan Bey: Bihter’in kocasıdır. Orta yaşlı, varlıklı, iki çocuk babası, asil bir ailenin tek çocuğudur.

Nihal: Adnan Bey’in kızı. Zeki, güzel ve çalışkan bir kişiliğe sahiptir.Behlûl’e ilgi duymaktadır. Annesinin ölümü onu derinden etkilemiştir.

Behlûl: Adnan Bey’in yeğenidir. Kadınlara karşı özel bir ilgisi vardır. Bu onda bir zaafiyet haline gelmiştir.

5) KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitaptaki olaylar belirli ve düzgün bir sıra izlediği için okuyucuda bir heyecan uyandırıyor ve kitaba bir sürükleyicilik kazandırıyor. Kitapta kişilerin ruhi ve psikolojik tasvirlerine yer verilmiştir. Ancak kitabın dilinde düzeltme olması itibariyle yalın ve sade bir hale getirilmiştir. Fazla yabancı kelimelere yer verilmemiştir. Kitap yazıldığı dönemin insan ve aile ilişkilerini aynen yansıtmaktadır.

Semerkant - Amin Maalouf

Semerkant
Amin Maalouf'un Semerkant romanı kendi içerisinde 4 ayrı “kitap”tan oluşuyor. Birinci kitap: Şairler ve Âşıklar, İkinci kitap: Haşşaşiyun Cenneti, Üçüncü Kitap: Bin yılın Sonu, Dördüncü Kitap: Denizde bir şair. İlk iki kitap ve son iki kitabın dönemleri ve şahısları farklı olduğu için ayrı ayrı işlenecektir.

İlk İki Kitabın Özeti

Nişapurlu Ömer nam-ı diğer Ömer Hayyam, hayallerinin şehri olan Semerkant’ı keşfetmeye gelmiştir.Burada bir kavgaya karışır ve kadının önüne çıkarılır.

Ömer Hayyam’ı tanıyan Semerkant kadısı Ebu Tahir onu dolaylı yoldan sorgulayıp suçu olmadığını anlayınca, ona içinde hiçbir şey yazmayan bir kitap hediye eder. İşte Hayyam’ın meşhur Rubaiyet’ini oluşturduğu, Ebu Tahir’e ithaf edilen kitap bu kitaptır!

Artık Hayyam kadıya yakın biridir ve bu vesileyle Maveraünnehir’in efendisi Nâsır Han’ın Semerkant ziyaretinde, Hanın haremindeki bir şair olan Cihanla tanışır. Cihan ona Han’ın buraya gelme sebebinden -Selçukluların saldırısına karşı önlem için- ve bazı saray havadislerinden bahseder. Ebu Tahir’in konağında sık sık buluşurlar; kısa sürede iki sevgiliye dönüşmüşlerdir.

Selçukluların beklenen saldırısı gerçekleşemez çünkü Semerkant üzerine yürüyen ordunun komutanı Alparslan bir tutsak tarafından öldürülür. Bunun üzerine Semerkant’tan Hayyam’ın da olduğu bir kafile, taziye için Selçuklu ordugâhına gider. Burada devrin namlı veziri Nizamülmülk’ten davet alan Hayyam, bir sene sonra Isfahan’a doğru gidiyordur. Yolda Hasan Sabbah ile karşılaşır ve beraber varırlar Nizam’ın yanına. Hasan bilgisi ve becerisi sayesinde hızla kademeleri atlayıp istihbarat başkanı olur; şimdi Sultan Melikşah’ın en yakın adamıdır. Ancak vezir Nizam aralarını bozar, çekememiştir üçüncü adamlığa gerilemeyi. Bu yüzden Sabbah kendisine bağlı adamlarla beraber çekip, gider Alamut’a. Belki de burada tarihin en kanlı örgütünü kurar: Haşşaşiyunlar. İngilizceye assasin(suikastçı) olarak geçen kelimenin kökü buradan gelmektedir. Nizamulmülk de dahil olmak üzere pek çok üst düzey Selçuklu bürokratını hançerlemek suretiyle öldürürlerr. Sarp kayalıklara sahip, güçlü surlarla çevrilmiş Alamut kalesinde saklandıklarından kimse onları durduramaz.Ta ki Alamut’a, Semerkant’a, İsfahana’a, Buhara’ya ve tüm bu kentlerin zenginliğine, kültürüne, kütüphanelerine son veren Moğol istilasına kadar.

Son İki Kitabın Özeti

Hayyam’ın Batı tarafından keşfedilmesiyle birlikte, Batı’da Hayyam sevgisi gittikçe artmıştır.Fransız asıllı Amerikalı çift Lesageler de bu sevgi sebebiyle oğullarına Benjamin Omar ismini verirler.Benjamin de bir Hayyam hayranıdır,onu araştırır.Bir yakının tavsiyesiyle kayıp olan Hayyam’ın ünlü Rubaiyet’inin peşine düşer. İlk durağı İstanbul’daki Cemaleddin Afganidir. Orada daha sonra çok yardımını göreceği İran Şah’ının torunu Şirinle tanışır.Afganinin yardımıyla İran’a giden Benjamin,burada fazla tutunamaz çünkü kendisini Rubaiyet’e götürecek şahıs Şah’ı öldürmüştür. Katilin Benjaminle ilişkisini anlayan polis onu aramaya koyulur lakin Benjamin Şirin’in de yardımıyla İran’dan ABD’ye kaçmayı başarır. Sonraları Şirinle mektuplaşmaya devam ederler. Şirin ona İran’daki durumu, Şahlık rejiminin nasıl çatırdadığını, İran’ın değişimini yazar ve onu tekrar İran’a davet eder. Benjamin doğal olarak tereddüt eder,sonuçta katilin suç ortağı zannıyla aranıyordur ancak kendisinin temize çıktığını öğrenince tekrar varır İran’a. Burada İran’ın modernleşme ve Batıyla yüzleşme çabalarına ortak olan Benjamin daha sonra asıl hedefi olan Hayyam’ın Rubaiyetine Şirin’in sayesinde ulaşır.Beraberce İran’dan ABD’ye gitmeye karar verirler.İngiltere’ye varıp Titanic’e binerler fakat gemiyle birlikte Rubaiyette suyun dibine gömülmüştür.

Karakterler:

Ömer Hayyam: Nişaburlu bilge,filozof,şair,matematikçi,astronom.Burada Rubaiyet’ini oluşturma süreci anlatılmış.Rubailerinde hayatın boşluğundan,şaraptan ve eğlenceden bahsetmiştir.

Cihan: Hayyam’ın sevgilisi.O da rubai yazıyor,okuyor.Sarayda Han’ın karısının üzerinde etkisi büyük.

Ebu Tahir: Semerkant’ın kadısı.Hayyam’a bilim adamı kimliğinden ötürü saygı duyuyor.

Nizamulmülk: Devrin en büyük devlet adamı. Ülkeyi refaha erdirecek projeleri var. Fakat sonra hükümdarla arası bozuluyor. Haşhaşiler tarafından hançerlenerek öldürülüyor.

Hasan Sabbah: Zekası ve ilmi ile o günlerin en büyük alimlerinden.Ne var ki bu kabiliyetlerini kötü yönde kullanmıştır.Kurduğu terörist örgüt Haşhaşilerin birçok suikastte ve katliamda parmağı vardır.

Melikşah: Selçukluların en parlak dönemini yaşatan hükümdar lakin sonraları devleti hanımı Terken Hatun’un direktiflerine göre yönlendirmiş;hatta ‘ata’ dediği Nizam’ın ölmesine sevinmiştir.

Benjamin O. Lesage: Aslında tüm roman bu karakterin ağzından anlatılıyor.Adını aldığı Ömer Hayyam’ın Rubaiyet’i etrafında yaşadığı maceralar ve kitabı Titanic’te kaybetmesini kendi ağzından dinliyoruz.

Şirin:İran Şah’ının torunu olmasına rağmen Batılılaşmayı ve modernleşme çabalarını desteklemiştir.Benjaminle duygusal anlamda ilişkileri olmuştur.

Cemaleddin Afgani: Ünlü İslam düşünürü ve ilim adamı.Benjamin’i Rubaiyet’e yönlendiren şahıstır.O da İran’ın modernleşmesini savunmuş,Şahlık rejimine karşı çıkmıştır.

H.Nihal Atsız-Ruh Adam

Bu roman Selim Pusat adında kralcı sisteme bağlı oluşundan dolayı ordudaki görevi ne son verilen eski bir yüzbaşının bir yıl gibi süre içinde yaşamış olduğu gerçek ve olağan dışı olayların anlatıldığı bir olaydır.
Roman 31 fasıldan ibarettir. İlk dört bölüm Selim Pusat ve eşi Ayşe’nin tanıtımına ve Selim Pusat’ın ordu görevine son verilişine ayrılmıştır. Bu bölümlerde iki zıt kutlu temsil eden yüzbaşı Pusat ile eşi edebiyat öğretmeni Ayşe’nin inançları ve karakterleri anlatılmıştır. Diğer bölümlerde Pusot’un yaşamış olduğu bir takım olağandışı hadiseler anlatılmıştır.

MUHTEVA

Roman haldeki bir olayla başlar. Ayşe eşi Pusat’a eski bir Uygur hikayesini okumaktadır. Pusat askeri görevinden ayrıldıktan sonra dünyadaki her şeye ilgisizdir. Ayşe onun bu durumundan kaygılanmakta ve ona hayatı yeniden sevdirmenin çoban içindedir. Pusat askerlik sanatı dışındaki her şeye kayıtsızdır.
Ayşe üç yıl önce ayrılmış olduğu görevine geri döner. Kız lisesine edebiyat öğretmeni olarak tekrar gelir. Orada Ayşe’ye ilgi gösteren eski cebir hocası ve üç kız öğrenciden başkası olmaz. Bu üç kız Güntülü, Aydolu, Nurhan’dır. Özellikle Güntülü edebiyattaki bilgisi ile Ayşe öğretmeni etkiler. Güntülü roman boyunca etkili olan birisidir. Selim Pusat bazı akşamlar Çamlı koruya geziye gider. Burada onula birlikte ordudan ihraç edildikten sonra intihar eden arkadaşı Şeref vardır. yine böyle bir akşamda Selim çamlı korudaki gezintisi sırasında gaipten bir kadınını şiir okuyan sesini duyar. Birden yanında Leyla adında tarih öğretmeni olduğunu söyleyen bir kadın belirir. Bu kadın Pusat’ u tanımaktadır. Eşi Ayşe’nin eski öğrencilerindendir. Kendisini birinin takip ettiğini söyler ve Pusat’ tan yardım ister. Pusat o akşam Leyla’yı eve bırakır.
Ertesi akşam yine Çamlı koruda Leyla mutlakla karşılaşır. Tarih üzerine tartışırlar. Leyla’yı takip eden kişi gözükür. Selim Leyla’yı bıraktıktan sonra bu kişiyi yine görür. konuşurlar adının yok olduğunu söyler. Bu insan Selim hakkında çok şey bilmektedir. Selim’e Leyla’nın tahtın varisi olduğunu söyler. Ve kendisini onun tahta geçmesi için çalıştığını anlatır.
Selim’in bu çamlı koru gezileri Ayşe’yi tedirgin eder. Selim’i neşelendirmek maksadıyla eve tarih öğretmeni ve üç öğrencisini davet eder. Selim bu davette tarih öğretmenine Leyla ile ilgili sorular sorar. Ayrıca öğrencilerden Güntülü’nün etkisinde kalır.
Ertesi gün Selim’in eline bir telgraf geçer. Telgrafta Leyla’nın asıl adının hanzade olduğu ve gerçek bir prensese olduğu yazılmaktadır. İşin daha da ilginç telgraf üç saat önce Erzurum’dan Yek tarafından gönderilmiştir.
Selim yine ertesi gün Leyla’yı bulmak maksadıyla çamlı koruya gider. Fakat orada eski arkadaşı Tahsin’le karşılaşır. Tahsin kendisine Neşriyat şubesinde iş önerir. Selim işi kabul eder ve çalışmaya başlar. Selim Neşriyat şubesindeki işini sevmekle beraber buradaki insanları sevmez. Özellikle Yek’ e benzerliğindin dolayı Osman Fişer adında biriyle ağız kavgasında bulunur. Şubede çalışanlar tasavvufla ilgilenmektedir. Şubedekilerin rahat hayatlarının bu inançtan kaynaklandığını düşünen Pusat tasavvufu merak eder. o gece Ayşe’ye tasavvufla ilgili sorular sorar. Ama Pusat bu fikri beğenmemektedir.
Bir bayram günü Pusat Ayşe’yle beraber önce Huzur çay hanesine sonra Çamlı koru’ ya gezmeye giderler. Yanlarında Gültülü ,Aydolu, Nurhan ve tarih öğretmeni vardır. Bu gezinti sırasında Güntülü Pusot’ a kendisinin 2000 yıldır yaşadığını söyler. Bu arada Pusat o gün Çamlı koruda şiir okuyan sesin Güntülü’ye ait olduğunu anlar. Güntülü Pusat’ın Mete’nin ordusunda asker olduğunu (askerlerin nişanlılarına ok atma sınavı) ok atamadığı için idam edildiğini ve kendisinin de ok atamadığı nişanlısı olduğunu söyler.
Pusat yine ertesi gün yine Çamlı koruya gider Leyla yine ordadır. Ona prensesliğini sorar. Ve Leyla kendisinin gerçekten prenses olduğunu anlatır. O Osmanlı soyundan gelmektedir. fakat Leyla’nın Yek adına şüpheleri vardır. Selim gerçeği öğrenir ve eve döner. O gece Güntülü’yü düşünür ve onu unutmak için çok içer. Tekrar Çamlı koruya gitmek ister ama kendisini Nurhan’ın evi önünde bulur. Onun piyanoda çaldığı “eski arkadaşlar”marşını dinler. Bir ar sendeler ve düşür . kendini yerden Yek kaldırır. Yek bu seferde kendisinin de eski bir asker olduğunu söyler.
Selim yine evdedir. Selimin son günlerdeki durumu Ayşe’yi telaşlandırır. Onu muayene etmesi için doktor çağırır. Doktor onun rahatsızlığının aşktan olduğunu söyler. Selim bu aşkın Güntülü’ye duyulduğunu bilmektedir.
Ayşe’nin görev yaptığı lisenin mezuniyet töreni vardır. Nurhan, Aydolu ve Güntülü Selim ’i de davet ederler. Selim’ in Güntülü’ye ilgisi burada daha da belirginleşir ve Ayşe bu ilgiyi anlar. Selim’ in kafasında Yek’ le ilgili sorular vardır. Bunların cevabını bulmak için Leyla’nın yanına gittiği bir günde Leyla onu aşık olduğunu anlar. Ve ona bu aşktan vazgeçmesini söyler. Pusat bu aşktan vazgeçmenin tek yolunun kendisini yani Leyla’yı sevmesi olduğunu söyler. Leyla’da buna izin verir.
Şeref akşam eve geldiğinde oğlu Tosun’ un annesinin ağladığını söyler. Zira Ayşe artık Pusot’ un vaziyetinden umudunu kesmiştir. O gece Pusat evde intihar eden arkadaşı Şefle konuşur. Şeref ona yüreğinin kanadığını söyler. Sebebinin ise selimin Güntülü’ye duyduğu ilgi olduğunu anlatır. Sabah olunca evde kan izleri vardır. Bu da Selim’ in gece olan olayın gerçek olduğunu anlamasını sağlar.
Yine bir gün Selimle Ayşe dolaşırken Güntülü ve annesine rastlarlar. Güntülü onları evlerine davet eder. burada Güntülü ile Selim arsında bazı tartışmalar olur. Selim akşam eve geldiklerinde bu sefer Güntülü’nün hayali ile konuşur. Güntülü ona Selimin masası üzerinde bulunan Şerefin resmi yerine Kendi resmini koymasını söyler. Şeref isteneni yapar.
Ertesi akşam Şeref meyhanededir. Orada bir hayli içtikten sonra Güntülü’nün evine gelir. Eve girmek ister. Ama Şeref yine belirir ve ondan uzak tutmak ister ve kendisinin bu yüzden Selim’le dostluğunu bozulacağını söyler. Selim eve gelir. Ertesi sabah şerefin masadaki resminde daha önce olmayan gözyaşları vardır.
Selimin Güntülü’ye ilgisi günden güne artar. Selim bundan kurtulmak için çok içki içer. Artık evde Ayşe ile birer yabancı gibidirler.
Bir gün oğlu tosun ona bir mektup verir mektubun içinde Selim’ in Güntülü’ye yazmış olduğu şiir vardır. Güntülü bu mektubu geri göndermiştir. Selim daha sonra bu şiiri Nurhan ve Aydolu’ nun da okuduğunu öğrenecektir.
Yine Selim’in içkiyi çok kaçırdığı bir akşam kapı çalınır. Kendisine bir mahkeme celpnamesi gelmiştir. celpnameye getiren Yek’ ti ve onu büyük mahkemeye aşk suçundan çağırıyordu. Bu mahkemede yine olağan üstülükler yaşanır. Hakim Tanrı’ dır. Ve Selim Güntülü ‘ yü severek işlediği yasak aşktan yargılanır. Cebrail, Mikail, İsrafil, peygamberler ileri gelen Türk hükümdarları ondan davacı olurlar. Onu savunan tek insan annesidir. Ve kara alarak Selim’ in suçsuzluğunu ispatlayabilmesi için Temuçin, Ayşe akşam okuldan eve gelir. Tosuna babasının nerede olduğunu sorar. Tosun babasının gittiğini ve kendisinin subay olunca döneceğini söylediğini anlatın.
Roman 30. Bölümde sona erer. 31. Bölümle okulda bulunan 3 kızdan bahsedilir. Bunlardan Ülker adlı kız romanın başında anlatılan Uygur hikayelerindeki kahraman Burkay’ ın soyundan gelmektedir. ve bazen Burkay’ ın sesini işitmektedir.

MEKAN:

Romandaki olayların geçmiş olduğu mekanlar sınırlıdır. Bu mekanlar daha çok kapalı mekanlardır. Bu mekanların başında Pusat’ ın evi gelmektedir. Açık mekan olarak sayabileceğimiz Çamlı koru ve huzur Çayhanesi vardır.
Bu mekanlar sadece isim olarak geçmektedir. Mekanın nasıl olduğu hiç anlatılmamıştır. Sadece çamlı koruda mezarlık olduğu söylenmiştir.
Romanda mekanın kişiler üzerinde etkisinden de bahsedilemez. Romanda olayın az olması mekan üzerinde fazla durulmamasını sağlamıştır.

ZAMAN

Romanın zaman diliminin tam olarak tespit etmek güçtür. Roman içinde zamanla ilgili belirgin ibareler yer almamaktadır. Fakat romanın başında Ayşe’nin tekrar öğretmenliğe başlaması ve sonda mezuniyet töreni gibi ifadelerden romanın zamanının bir yıl olduğunu anlıyoruz.
Zamanda geri dönüşler vardır. Özellikle 4. Bölümde zamanda üç yıllık bir dönüş yapılarak Pusat’ un ordudan ihracı ve Ayşe’nin yaşadıkları anlatılmıştır. Ve romanın bazı bölümlerinde 2-3 bin yıl önceki olaylara dönülerek hatırlatmalar yapılmıştır. Aynı zamanda romanda zamanda kopmalar vardır. Pusat belirli bir zaman dilimindeyken bazen kendisinin de anlamadığı başka bir zaman dilimine geçer.

BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI

Romandaki olaylar her şeyi bilen ve gören hakim bakış açısı ve anlatıcısı tarzında anlatılmıştır. Bu bakış açısı şahıslar üzerinde ve olaylar üzerinde yorum yaparak vak’ ayı daha belirli hale getirmiştir.

ŞAHIS KADROSU

Romanın şahıs kadrosunu birinci dereceden etkili ve ikinci dereceden etkili kişiler olarak iki gruba ayırabiliriz.
Birinci dereceden etkili kişiler; Selim,Pusat,Güntülü,Ayşe, Leyla Mutlak, Şeref,Yek.
İkinci dereceden etkili kişiler; Tosun, Aydolu, Nurhan, Osman Fişer olarak alabiliriz.
Ayrıca romanda hayal mi gerçek mi olduğu bilinmeyen kişiler vardır. Bu kişiler genelde Selim Pusat’ ın içkili olduğu zamanlarda karşılaştığı kimselerdir. Bunlar arasında Türk dünyasının ileri gelenleri vardır.
Şimdi sırasıyla bu şahısların üzerinde duralım
Selim Pusat; Pusat bütün ömrünü askerlik mesleğine vakfetmiş bir yüzbaşıdır. Biz onu romanda kralcı sisteme bağlı oluşundan dolayı ordudan ihraç edilmiş bir subay olarak buluruz.
Selim Pusat’ın hemen her şeyi askerlik mesleğidir. Onun için dünyanın en kutsal mesleği budur. Öyle ki gerek Ayşe ile girmiş olduğu tartışmalarda gerek diğer kişilerle girmiş olduğu tartışmalarda hep askerliği üstün tutmuştur.
Selim Pusat’ın inanç konusunda ciddi sorunları vardır . o manevi olan hiçbir şeye inanmamaktadır. En büyük isteği Mete’nin ordusunda bir subay olabilmektir.
Selim Pusat’ ın askerlik mesleğine neden bağlı olduğunu ve kralcı sisteme bağlılığını romanının son bölümlerinde yapılan mahkemeden de anlarız. Bu mahkemede Selim Pusat tanrının dahi bazı sözlerine itiraz ederken Türk dünyasının ileri gelen komutanlarına tam bir teslimiyet içindedir.
Selim pusat askerlik görevinden atıldıktın sonra suskun dünya ve insanlardan nefret eden bir kişiliğe bürünmüştür. Evde bütün zamanını harp kitaplarını okuyarak geçirmeye başlamıştır. Selim Pusat’ ın bir yönü de şair oluşudur. Romanda onunu Güntülü’ ye yazmış olduğu bur şiir de bulunmaktadır.
Ayşe; Ayşe Selim Pusat’ ın eşidir. İyi bir edebiyat öğretmenedir. Fikir açısından Selim Pusat’ ın zıttı bir tip tir diyebiliriz.
Ayşe; eşinin ordudan atılmasından sonra eşini tekrar kopmuş olduğu dünyaya bağlamanın yollarını aramaktadır. Bu uğurda eşenin kendisine yapmış olduğu hakaretlere bile katlanmıştır. Ayşe; Selim Pusat’ ın kralcılık fikrinin diyetini ödeyen en önemli kişidir. Roman boyunca Selim Pusat’ ın hayatı bağlamanın yollarını arayacaktır.
Güntülü; Ayşe’nin öğrencisidir. değişik bir kişiliği sahiptir. Selim Pusat’ ın geçmişi ile .ilgili söyledikleri ile Pusat’ ı şaşırtır.
Kendince Mete zamanında bahadırların kendi nişanlılarına ok atması sınavında ok atılmayanlardan birisidir. Ve 2 bin yıllık bir geçmişi vardır. Selim Pusat onu çok vahşi bulmaktadır. Bu kızda vahşi ve hırçınlığından ileri gelen bir çekicilik vardır. pusat bu kıza aşıktır. O bir anlamda Selim’ in Mete’nin ordusundan atılmasına sebep olan kızdır.
Ayrıca Güntülü edebiyatta olan başarısıyla da Ayşe öğretmenin dikkatini çekmektedir.
Şeref; selim Pusat’ ın arkadaşıdır. Selim’ le birlikte ordudan atılmış ve intihar etmiştir. O da Selim gibi asker ir kişiliktedir. Romanda gerçek mi, değil mi olduğu anlaşılmayan bazı olaylar vardır. Bu olayların bazılarında Şeref Pusat’ la konuşur. Ve onu Güntülü hakkında uyarır.
Leyla Mutlak; Leyla mutlak kanuninin soyundan gelen bir prenstir. O da kralcı sisteme inanmaktadır. Fakat onun derdi tekrar bu sistemi getirmek değil asıl ismi olan Hanzede’ yi kullanabilmektir. Leyla Mutlak’ ta Ayşe’nin eski öğrencilerindendir. Ve Selim Pusat’ ın Güntülü aşkına karşı gelenlerdendir.
Yek; Kambur, topal biridir. Romanda değişik yerlerde ansızın belirir. Tam olarak kim olduğu bilinmez. Kendine göre Leyla Mutlak’ ın tahta geçmesi için çalışmaktadır.
Olağan üstü bir kişiliktir. Hep olmayacak zamanlarda o vardır. Pusat’ la ilgili her şeyi bilmektedir.
Yek bir anlamda Selim’ i kamçılayan merak unsurudur.
İkinci derece etkili şahıslar roman da silik kalmıştır. Mesela Ayşe ile Selim’ in oğlu olan Tosun bir iki bölüm dışında pek anılmamıştır. Diğer kahramanlar da dekor özelliğindedir.
Roman alışılmış roman kurgusunun bir hayli dışında bir yapıdadır. Roman kişilerinde sürekli bir reankarnasyon özelliği vardır. Çoğu daha önceki yüzyıllardan izler taşımaktadır.

Eylül - Mehmet Rauf

Eylül - Mehmet Rauf

Mehmet Rauf’un en önemli eseri olan Eylül; zamanının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilir. İlk defa 1900–1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilen Eylül’ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır.
Kitap, psikolojik bir roman olup, ruhsal çözümlemelerde çok başarılı bir çalışma sergilemiştir. İnsanların ruh hallerini çok iyi bir şekilde okuyucuya aktarmaktadır.
Kitabı okurken, eski İstanbul’un perspektifine, o dönemin kıyafetlerine, yalılarda hüküm süren aile hayatının tüm ayrıntılarına ve en önemlisi de samimi ve sıcak duygulara tanık oluyorsunuz.
Günümüzde bu tür duyguların hemen hemen hiç yaşanmadığını varsayarsak hatta varsaymaktan öte, bunu kanıtlayan birçok olaya, kişiye, duruma artık tepki vermediğimizi biliyorsak, roman bize gerçek bir aşkın ne olduğunu çok iyi anlatacaktır…
“Eylül! Öyle bir ay ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekliydi. Eylül esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve özlem çeker.
(…) Kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. İnsan kalpleri, birbirine bağlılığın ne demek olduğunu o zaman anlar. Ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum.”

Kitabın Özeti

Bu romanında kişisel duyguları ile insanlık düşünceleri arasında çırpınan ve bunun savaşını veren bir erkek ve bir kadının dramını dile getirmektedir. Bahsedilen romanın kahramanları Suat, Necip ve Suat’ın kocası Süreyya Beydir.
Süreyya Bey ve Suat Hanım birkaç yıldır evli çifttir. Süreyya Bey memurdur. Fazla zengin olmadığı için babasının yardımıyla geçinmektedirler. Yazları genç çift; babasının çiftlik evinde yaşarlar. Babasından defalarca başka bir ev almalarını, kendilerini yalnız bırakmalarını istese de babası, oğlu Süreyya Beyin sözlerini dinlemez ve yeni bir ev satın almaz. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılmaktadır. Süreyya ve Suat’ın evine, Süreyya’nın akrabası olan ve Süreyya’nın çok sevdiği, güvendiği Necip gelip gitmektedir.
Necip’in eve geliş gidişlerinde yine akrabalarından olan Suat’ın kardeşi Hacer de eve gelir. Hacer, Necip’le ilgilenir, fakat Necip Hacer’e karşı ilgili değildir.
Hacer evli ve eşi de onun için her şeyini verecek nitelikte bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır. Suat Hanım gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir. Necip de hem dostları hem de akrabaları olarak Suat ve Süreyya’nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte piyano çalmaktadır. Başbaşa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey bir şeylerin olduğunu, Suat Hanım’a aşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsa da başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderken de Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır. Daha sonraları Necip’in tifoya tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Tehlike devresi geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendiden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez. Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Hâlbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır. Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya bir şeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir. Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer’in davranışları, onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan, Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır. Mutsuz günlerin devam ettiği günlerden bir gün Necip, konağa ziyarete gider. O gün konakta yangın çıkar, herkes dışarı fırlar. Suat, bilerek yangında dışarı çıkmaz. Bunun üzerine Süreyya ve Necip, Suat’ın odasına dalarlar. Süreyya da tam odaya girmek üzereyken tavan alevlenir, odanın içindeki genç kadın ve genç erkeğin üstüne tavan çöker. Sonunda olanlar olur ve her ikisi de bu yangında ölür.
Kitap yer alan kişilerin değerlendirilmesi
Suat: Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e aşık olur.
Necip: Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip, Suat’a aşık olan bir adamdır.
Süreyya: Suat’ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.
Hacer: Suat’ın kardeşi ve Necip’e ilgi duyan bir kadındır.

Mehmet Rauf’un Yaşam Öyküsü

Mehmet Rauf 1875′te İstanbul Balat’ta doğdu. İlköğrenimini Balat’taki Defterdar mahalle mektebinde tamamlayan Mehmet Rauf, daha sonra Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde okudu. 1893′te Mekteb-i Bahriye’yi bitirdi.
Askeri Rüştiye’de Fransızcasını, Mekteb-i Bahriye’de de İngilizcesini geliştiren Mehmet Rauf, Georges Ohnet, Octave Fleuillet, Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubert gibi dönemin ünlü yazarlarını eserlerini yazdıkları özgün dillerden okudu ve bu yazınsal beğenisini geliştirdi. Ancak aklı fikri edebiyattaydı Mehmet Rauf’un; daha on altı yaşında iken yazdığı “Düşmüş” adlı hikâyesi İzmir’de, Halit Ziya’nın çıkardığı “Hizmet” gazetesinde yayınlanmış, gençlik yıllarında önce Mektep dergisinde, Edebiyat-ı Cedide hareketine katılınca de Servet-i Fünun’da küçük hikâyeler, mensur şiirler, edebi makaleler yazmış, Servet-i Fünun’da tefrika edilen “Eylül” romanıyla dönemin tanınmış yazarları arasına girmişti.
Mehmet Rauf, aynı zamanda ilk ciddi edebiyat eleştirilerinin de yazarıydı. İyi yabancı dil bilen ve Aydınlanma düşüncesiyle Fransızca metinlerle tanışan Mehmet Rauf, II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra erotik edebiyatın öncülüğünü yapmıştı. Ne var ki, “Bir Zambağın Hikâyesi” ve “Kaymak Tabağı” adlı uzun hikâyeleri nedeniyle muhafazakâr kesimlerin tepkilerini topladı. Askeri mahkemede yargılanarak ordudan atıldı. Bu arada yazdığı bazı öyküleri Halit Ziya’ya gönderdi. Halit Ziya’nın da ön ayak olmasıyla öyküleri çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Servet-i Fünun dergisinin çevresinde toplanarak Tanzimat yazarlarından çok farklı bir yol izleyen ve yazınımızda da Servet-i Fünun adıyla anılan akımı yaratan yazar ve şairler arasına 1896 yılında katıldı.
1901′de ilk evliliğini Ayşe Sermet Hanım’la yaptı. Daha sonra Besime Hanım’la evlendi. Son evliliğini Muazzez Hanım’la yaptı. İlk evliliğinden iki, ikinci evliliğinden bir çocuğu oldu. Cumhuriyet döneminde olmak üzere çok sayıda hikâye, roman ve oyun yazan Mehmet Rauf, piyes yazmış, sürdüğü maceralı hayat sonunda 1927′de hastalanarak felç oldu. Ve 23 Aralık 1931′de Cerrahpaşa Hastanesi’nde yoksulluk içinde hayata göllerini yummuştur.
“Aşka aşık” bir kişiliği olan yazarın bu özelliği eserlerine de yansımıştır. Yazar hemen her eserinde aşkı anlatır. Yazarın en ünlü eseri “Eylül” de bunun örneklerindendir. İlk eseri çocuk yaşta yazdığı “Gaskonya Korsanları yayımlanan ilk eseri ise, “Düşmüş” adlı hikâyesidir. Mehmet Rauf’un yazınsal başarısı insan ruhuna ait tasvirlerinin inceliğinden kaynaklanıyor. Bu anlamda, “Eylül” edebiyatımızda psikolojik analizlere yer veren ilk roman kabul edilir. Yazar en çok hikâye türünde eserler vermiştir. Dili kendisi için üstat kabul ettiği Halit Ziya Uşaklıgil’e göre daha yalındır; bununla beraber Servet-i Fünun lehçesinden örnekler de çoktur.
Fransa’daki naturalizm ve realizm akımlarından etkilenmiş olsa da romanlarındaki karakterler, hayatlar ve yaşayışlar idealize edilmiş tiplerdir. Yazarın eserlerinde mekân genellikle İstanbul köşkleridir bu yüzden. Bu nedenle yazarın realizmden uzak bir sanat anlayışı olduğu söylenebilir. Karakterler ise, alafranga tiplerdir.
Servet-i Fünun döneminin Halit Ziya’dan sonraki en önemli yazarı kabul edilen Mehmet Rauf’un roman, hikâye, makale, mensur şiir ve tiyatro türlerinde çok sayıda eseri vardır.
Romanlarında genelde İstanbul ve çevresinde yaşayan seçkin ailelerin arasında geçen aşk ilişkilerini konu almıştır. Zaman zaman şiirler de yazmıştır.

Eserleri

Romanları:
•Eylül
•Ferda-ı Garam
•Karanfil ve Yasemin
•Genç Kız Kalbi
•Böğürtlen
•Son Yıldız
•Halas
•Ceriha
•Kan Damlası
Hikâye kitapları:
•İhtizar
•Son Emel
•Aşk Kadını
•Eski Aşk Geceleri
•İlk Temas
•İlk Zevk
•Define
Oyun:
•PençeDüzyazı şiirler:
•Siyah İnciler

REŞAT NURİ GÜNTEKİN-YAPRAK DÖKÜMÜ

Kitabın Adı Yaprak Dökümü
Yazarı Reşat Nuri Güntekin
Yayınevi İNKILAP KITABEVİ
Basım Tarihi 1986

KİTABIN KONUSU
Gelenek göreneklerine bağlı, özellikle ahlaki konularda çok titiz olan Ali Rıza Bey ile batılılaşma hareketine karışarak daha zengin bir hayat yaşamak isteyen çocukları arasındaki çatışma işlenmiştir.

KİTABIN ÖZETİ
Ali Rıza Bey, hayatını memuriyetle devam ettiren, namusuna ve ahlaka son derece düşkün beş çocuklu bir ailenin babasıdır. Trabzon’da çalıştığı bir iş yerinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a gelip Bağlarbaşı’ndaki babadan kalma eve yerleştiler. Bir süre işsiz gezdikten sonra, Muzaffer adındaki eski öğrencisinin ona sağladığı imkanla işe girer.Her şey kızları Leyla ve Necla’nın arkadaşları olan Leman'ın Ali Rıza Bey’den iş istemesiyle başlar. Ali Rıza Bey Leman’a çalıştığı yerde bir iş bulmuştur; fakat Leman bir süre sonra patronu Muzaffer Bey’le bir ilişki yaşar ve hamile kalır. Ali Rıza Bey bunu duyunca kendini suçlar ve Muzaffer Bey’den Leman ile evlenip onun namusunu temizlemesini ister.Patronu bunu kabul etmeyince Ali Rıza Bey bu olayı gururuna yediremeyip işten ayrılır. Daha sonra oğlu Şevket’in bir iş bulduğunu öğrenince bir parça sevinmiştir. Fakat bir süre sona Ali Rıza Bey’in karısı Hayriye Hanım ve kızları Necla ile Leyla artık eve para getirmediği için ona saygı duymuyorlar ve onu aşağılıyorlardır. Bir gün, Şevket işyerinde evli bir kadınla ilişkiye girdiğini ve o kadınla evlenmek istediğini söyler. İlk başta Ali Rıza Bey bu olaya itiraz etse de daha sonra Şevket’in Ferhunde ismindeki kadını ne kadar çok sevdiğini görmüştür. Fakat, gelin Ferhunde eğlenceye ve modern hayata alışkın biridir ve evde gece toplantıları yapılmaya başlanır. Evin ortanca kızları olan Necla ve Leyla’nın eğlenceye ve lükse olan düşkünlükleri artar.Böylelikle Ferhunde’nin evdeki hakimiyeti iyice artar. Evin en büyük kızı olan Fikret bu olanlara daha fazla dayanamayacağını anlar ve Adapazarı’nda yaşayan bir adamla adamın çocuklarına bakma koşuluyla evlenmeye karar vermiştir. Fikret’in evden gidişiyle daldaki yapraklardan biri kopar. Şevket’in kazandığı para ve Ali Rıza Bey’in emekli maaşı evde yapılan eğlencelere harcanmaktadır. En sonunda elde hiçbir şey kalmaz. Şevket çareyi çalıştığı bankadan zimmetine para geçirmekte bulur. Aldığı parayı yerine koyamayınca hapse girer. Böylelikle dalın ikinci yaprağı da kopar. Ferhunde bu hayat daha fazla dayanamayacağını söyleyerek evi terk eder. Bunun sonucunda üçüncü yaprak da kopmuş olur. Daha sonra Necla da kendini zengin gösteren bir Suriyeli adam ile evlenir. Fakat mutlu değildir ve babasından yardım istemek için mektup yollar. Ali Rıza Bey ise onun bu isteğini reddeder ve yaşamına devam etmesini söyler. Böylece dalın dördüncü yaprağı da kopar. Leyla zengin bir avukatın metresi olur ve Ali Rıza Bey bunu bir arkadaşından öğrenir. Namusuna düşkün olan Ali Rıza Bey Leyla’yı evden kovar . Leyla avukatın Taksim’de tuttuğu eve yerleşir. Böylece dalın son yaprağı da kopmuş olur. Nihayetinde Ali Rıza Bey Leyla’nın eve gelmesini kabul eder ama kendisi evden ayrılacaktır. Adapazarı’nda olan kızı Fikret'in yanına gider ve Fikret'in orada mutsuz olduğunu görür. Kocası ve üvey çocuklarıyla arası iyi değildir. Bunu gören Ali Rıza Bey İstanbul’a geri döner ama birkaç gün eve gitmez. Daha sonra hasta olur ve eski bir arkadaşı sayesinde hastaneye kaldırılır. Bir gün Hayriye Hanım ve kızı Leyla hastaneye gidip onu alırlar ve Taksim’deki eve giderek yaşamlarına orada devam ederler.

KİTABIN ANAFİKRİ:
Onurlu ve namuslu bir insanın hayatta karşılaştığı güçlüklerve bunların doğurduğu sorunlar.

ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Ali Rıza Bey:Eski Türk terbiyesi ile yetişmiş, özellikle ahlaki konularda titiz, erdemli, çok bilgili(Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca biliyor) ve çalışkan birisidir.

Hayriye Hanım:Ali Rıza Bey’in karısıdır.İlk başta kocasına sadık fakat değişen hayat koşulları nedeniyle asileşen, saf ve cahil bir kadındır.

Fikret:Ali Rıza Bey’in en büyük kızıdır.babası gibi terbiyeye önem veren birsidir.Kardeşlerin değişen yaşamlarına ayak uyduramayınca Adapazarılı biriyle evlenmiştir.

Leyla ve Necla:Ali Rıza Bey’in ortanca kızlarıdır.Lükse ve eğlenceye düşkündürler. Hep zengin birer koca arayışı içindeler.Babalarını umursamaz hale gelmişlerdir.

Şevket:Ali Rıza Bey’in tek oğludur.Ali Rıza Bey’in terbiyesine ve ahlakına en çok emek harcadığı çocuğudur.Bir süre ailenin bütün yükü onun omuzlarına binmiştir. Çalıştığı yerden para çalmak suçundan hapse atılmıştır.

Ferhunde:Zenginliğe, lükse ve eğlenceye düşkün, kötü huylu bir kadındır.

Ayşe:Ali Rıza Bey’in en küçük kızıdır.Yaşı küçük olduğundan dolayı olaylar içerisinde pek fazla bulunmamaktadır.

ESERİN MUHTEVA BİLGİSİ

a.) Anafikri:

Şerefli dürüst bir babanın fazla para kazanamaması ve parasızlığa sitem olarak bunu kabullenmeyen aile bireylerinin bir bir aile bağlarını kopararak evden ayrılmaları; bunların farkında olan babanın, oğlunun ve kızının da başlarına gelen kötü olayları evdeki uğursuzluk romanın anafikridir.

b.)Alınacak Dersler:

Eser gerçek hayattada olabilecek türden bir eserdir. Burada yoksulluğun kötü bir şey olmadığını herşeyin parayla olmayacağını bilmeliyiz. Aile büyüklerimizin sözünden çıkmamak herzaman hayata olumlu bakıp güler yüzlü olmak bu parçadan almamız gereken derslerdendir.

C. Olayın Kişileri ve Tahlilleri:
a.) Fiziki Tahlili:

ALİ RIZA BEY: Elli yaşın üstünde, saçı sakalı ağarmış yaşlı bir insan.
HAYRİYE HANIM: 40 yaşlarında, gözlüklü, orta güzellikte bir insan.
MUZAFFER BEY: Genç ve yakışıklı bir insan.
ŞEVKET: 20 yaşlarında saçı ve gözleri siyah bir genç.
NECLA: 15 yaşlarında güzel bir kız.
LEYLA: 15 yaşlarında güzel bir kız.
FİKRET: 15 yaşlarında güzel bir kız.
AYŞE: 10 yaşlarında güzel bir kız.

b.) Ruhi Tahlili:

Ali Rıza Bey: Şerefli namuslu bir insan.
Hayriye Hanım: Ağır başlı temiz bir insan
Muzaffer Bey: Zeki çalışkan bir insan.
Şevket: Babası gibi temiz iyi kalpli bir insan.
Ferhunde: Açık fikirli.
Necla: Kıskanç bencil bir insan.
Fikret: İyi kalpli bir kız.
Leyla: Kıskanç bir kız.
Leman: temiz ve iyi kalpli bir kız.

c.)Sosyolojik Tahlili:

Ali Rıza Bey: Evden pek çıkmayan bir insan
Hayriye Hanım: Ev işleri ile uğraşan bir insan
Muzaffer Bey: Mali durumu iyi bir insan.
Şevket: Derslerinde başarılı birisi.
Fikret: sosyal hayatı sevmeyen birisi.
Leyla: Leyla’da sürekli evdedir.

MEMDUH ŞEVKET ESENDAL-BİR KUCAK ÇİÇEK

KİTABIN ADI BİR KUCAK ÇİÇEK
KİTABIN YAZARI MEMDUH ŞEVKET ESENDAL
YAYINE EVİ VE ADRESİ BİLGİ
BASIM YILI 1965

1.KİTABIN KONUSU:

Bir savaş sonrası kör olan teğmenin nışanlısıyla gberaber yaşadıkları olaylar

2.KİTABIN ÖZETİ:

Nüfus Müdürü emeklisi olan rahmetli Necip Efendinin kızı Bedriye ile Şimşeklerin Ahmet Efendinin oğlu, Teğmen Selim’i nişanlanmasıyla olaylar başlar.
Kız onsekiz, oğlan ise yirmi bir yaşındaydı.Komşu çocukları oldukları için önceden tanışıyorlardı.Bedriyelere gelip giden Zilha Kadının yardımıyla , komşu kapısı önünde Selimle Bedriye beş dakikacık konuşup, el sıkıştılar.Onlar için bu konuşma, bir konuşmadan daha çok bir anlaşma niteliğindeydi.Elleri birbirinden kolay kolay ayrılamamıştı.
Bir zaman sonra Selim İstanbul’daki alayına gider ve bir süre sonra savaş patlak verir.Selim, üç ay içinde siper vuruşmalarına alıştı.Tabi bunu yaparken vatan sevgisinin yanısıra Bedriyeye ulaşma özlemi vardı.Daha sonra vuruşmada Selim’in akciğerinde iki kurşun kalmış,bir gülle parçası ile de kafa kemiği kırılmıştı;ama ölmedi,ancak iki gözü de görmez oldu.
Hastahanede doktorların artık hiç göremeyeceğini söylememesine rağmen o artık herşeyin farkındaydı.Almanya’ya yolladılar,ama onlar da Türk doktorlarının teşhisini doğru bulmuşlardı.
Daha sonra annesini görmek için memleketine giderken annesinin öldüğünü,evlerinin kapalı olduğunu trende öğrendi.Bir yandan acı acı ağlar,bir yandan da onun kendisini bu durumda görmediğine sevinir.
Trenden indikten sonra dayısının evine gider.Ama onlar da kör,kendi işini bile halledemeyen birisine yardım etmek istemezler.O da bunun farkına varınca Fatma’ya evini temizletir ve yerleşir.
Zilha Kadın, Bedriye’yle bertaber Selimi görmeye gelirler.Ama bundan Selim’in haberi yoktur.Bu görme işlemi bir müddet devam eder.Bu süre içinde Selim Bedriye’den bahsetmez.Bir müddet sonra mahallede Selim dul bir kadın bulursa onunla evlenecek ,kendisine baktıracakmış diye dedikodu çıkar.Bunun üzerine Bedriye üzülür ve Zilha Kadına bu durumu öğrenmesini ister.Selime niye Bedriyeyi sormuyorsun deyince; Selim:”Nasıl sorayın Zilha bacı,bak ben ne oldum.”diyerek ağlar. Yan tarfta konuşmayı dinleyen Bedriye de ağlar.Bedriye ona varmak istediğini ve evleneceği tek kişinin o olabileceğini,onu her haliyle sevdiğini ve kabul edeceğini söyletir.Bunun üzerine Selim de kabul edince evlenirler.
Ortaokul öğretmen ve öğrencileri onlara hediye olarak kucaklar dolusu çicekler getirirler.Çocuklar Selimin dizlerine sarılarak:”Seni unutmayacağız,siz bizim için gözlerinizi verdiniz.” der ve ağlarlar.Selim de ağlayarak:”İki gözüm değil,bin gözüm olsaydı da sizin o parlak gözleriniz uğruna verseydim.”der.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Günlük hayatımızda acısıyla tatlısıyla birçok olaylarla karşılaşabiliriz. Özellikle kötü olaylar karşısında insanlar güzel olaylara nispeten biraz daha fazla üzülmektedir. Okuduğumuz bu parçada hayatında büyük ve çok zor acılar çekmiş bir insan potresi çizerek karşımıza çıkan Selim gibi bu kötü olaylar bizi hiç bir zaman yıldırmamalı; hatta ve hatta bu olaylar bizler daha fazla hırs ve azim vermelidir. Bunlarak ek olarak bu duygu ve düşüncelerle yeşeren beraberliklerde hiçbir zaman solmaz ve kırmızı şarap misali giderek tatlışarak ve aynı şekilde güzelleşerek devam eder. Unutmayalım ki sabır ile perçinleşen duygular her zaman güzel ve sağlıklı meyveler verir.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Teğmen Selim:Vatanına son derece bağlı,seve seve canını feda etmeye hazır,yürekli ve fedakar bir kişi.Bedriyeyi çok seven ama kendi kör olduğu için onun hayatını karatmak istemeyecek kadar dürüst ve anlayışlı bir yapıya sahip.
Bedriye:Selimi deliler gibi seven,güzel ve alımlı.Sevdiğini ne olursa olşsun bağlı kalabilecek bir yapıya sahip.
Fatma:Hizmetçi
Zilha Kadın:Bedriye ile Selimi birleştirmek için elinden ne geldiyse yapan, ikisini de çok seven bir büyükleri.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitap son derece güzel ve bizim ders almamız gereken çok konu olduğunu açıkça anlatıyor.Ayrıca vatan için neler yapılabileceği, ne kadar fedakar olmamız gerektiğini gösteriyor.Okunması gereken bir eser olduğuna inanıyorum.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

29 Mart 1883’te doğdu. Ancak kısa bir süre okula gitti, kendi kendini yetiştirdi. Girdiği (1906) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde 1908’den sonra müfettiş olarak çalıştı. Büyük Millet Meclisi kurulunca Anadolu’ya geçti. Ortaelçilikle Azerbaycan (Bakü)’da 4-5 yıl kaldıktan (1920-1924) sonra İstanbul’da bir süre Kabataş ve Galatasaray liselerinde tarih-coğrafya öğretmenliği yaptı. Tahran elçisi (1925-1930), Elazığ milletvekili (1930-1932), Kabil (1932) elçisi oldu. Bilecik milletvekili ve CHP Genel Sekreteri seçildi (1941), 1945’te genel sekreterlikten ayrıldı. 1946’da tekrar Bilecik milletvekili oldu
1908’de Tanin gazetesinde, 1911’de Çığır ve 1925’te Meslek dergisinde hikayeleri çıktı ise de sanat hayatına, Ayaşlı ve Kiracıları bir yana, 1946’ya kadar uzun bir ara verdi. Bu tarihten sonra yayımladığı hikayelerle sevilen, aranan bir hikayeci oldu. Hikayelerinde M.S., M.Ş.E., Mustafa Yalınkat, M. Oğulcuk… gibi çeşitli imzalar kullandı. Hayattan aldığı konuları konuşur gibi, temiz bir dille, sadelik, içtenlik ve rahatlıkla edebiyatsız, oyunsuz yazdı Hikayeleri: Birinci Kitap(1946), İkinci Kitap (1946), Bu ilk baskıya girmiş, girmemiş hikayeleri sonradan yeni başlıklarla tekrar yayınlandı: 1. cilt Temiz Sevgiler (1965), 2. cilt Ev Ona Yakıştı (1972). Muzaffer Uyguner’ce derlenen Bütün Eserleri 14 kitapta toplandı (1983-1992).
Romanları: Ayaşlı ve Kiracıları (1983), Vassaf Bey (1983), Miras (1988).
Hikaye kitapları: Otlakçı (1983), Mendil Altında (1983), Sahan Külbastısı (1983), Veysel Çavuş (1984), Bir Kucak Çiçek (1984), İhtiyar Çilingir (1984), Hava Parası (1984), Bizim Nesibe (1985), Kelepir (1986), Gödeli Mehmet (1986), Güllüce Bağları Yolunda (1992). Daha sonra Gönül Kaçanı Kovalar (1993) ve Tahran Günlüğü (1998) yayımlandı.

HİKAYE KİTAPLARI;
Birinci Kitap(1946)
İkinci Kitap (1946)
Temiz Sevgiler (1965)
Ev Ona Yakıştı (1972)
Otlakçı (1983)
Mendil Altında (1983)
Sahan Külbastısı (1983)
Veysel Çavuş (1984)
Bir Kucak Çiçek (1984)
İhtiyar Çilingir (1984)
Hava Parası (1984)
Bizim Nesibe (1985)
Kelepir (1986)
Gödeli Mehmet (1986)
Güllüce Bağları Yolunda (1992)
Gönül Kaçanı Kovalar (1993)
Tahran Günlüğü (1998)

ROMANLARI;
Ayaşlı ve Kiracıları (1983)
Vassaf Bey (1983)
Miras (1988)

REŞAT NURİ GÜNTEKİN-ACIMAK

KİTABIN ADI Acımak
KİTABIN YAZARI Reşat Nuri GÜNTEKİN
YAYIN EVİ VE ADRESİ Aka Yayın Evi
BASIM YILI 1980

1. KİTABIN KONUSU : Bir öğretmenin geçmişte yaşadıklarının meslek hayatına etkisi.

2. KiTABIN ÖZETİ :Zehra mektebin başmuallimidir.Yeni eğitim öğretimin bütün gereklerini yerine getirir,öğrencilerle bire bir ilgilenir;fakat öğrencilerin yaptıkları yanlışları asla affetmez.İçinde hiç acıma duygusu hissetmez.Maarif Müdürü de Zehra’nın bu özelliğinden çok muzdariptir.Çesitli zamanlarda uyarmış olmasına rağmen hiçbir değişiklşik görmemiştir.
Maarif Müdürü Tevfik Hayri ile Vekil Şerif Hayri Bey Zehra’nın okulunu ziyarete giderler.Şerif HayriBey Zehra’ya babasının hasta olduğunu, bu nedenle İstanbul’a gidip babasını görmesini ister;fakat Zehra babasının olmadığını ,o kişinin başka birisi olabileceğini söyler.
İki gün sonra Maarif Müdürü’ne bir telgraf gelir.Zehra’nın babası Mürşit Efendinin ölmek üzere olduğunu, muallimin hemen yola çıkmasını bildirir. Müdür Zehra’yı çağırtarak hemen gitmesini ister.Fakat Zehra yine karşı gelir. Müdür fazla üstelemez. Biraz sonra hazırlanmış, elinde çantasıyla Zehra gelir ve gitmeye karar verdiğini söyler.
Zehra İstanbul yolunda babasının ailesine yaptıklarını annesini, ablasını ve anneannesini nasıl öldürdüğünü ve en sonunda da kendisini bir yatılı okula verip hiç arayıp sormamasını düşünür. İstanbul’a varır. Eski komşuları Vehbi Bey kendisini karşılar. Niçin daha önce gelmediğini, babasının ‘Zehra, Zehra’ diye öldüğünü söyler. Eve vardıklarında babasının başında birkaç kadın vardır.babasını görmek istemez. Kendisine babasının eşyalarının bulunduğu sandığın anahtarı verilir. Aslında bunu hiç istemez fakat sandığı açar, içinde bir günlük vardır. Günlüğü okumaya başlar. Babasının ilk memuriyet yıllarını, annesiyle evlenmesini, anneannesinin davranışlarını okur. Zehra daha önce bildiği şeylerin haepsini tam tersi olduğunu öğrenir.Aslında bu olaylarda bütün suçlunun annesi ve anneannesi olduğunu anlar. Bundan sonra içinde bir acıma duygusu oluşur.Hemen gidip babasının ayağını öper.Birkaç gün sonra okuluna tekrar döner ve artık Zehra’nın hiçbir eksiği kalmamıştır.Acımayı öğrenmiştir.

3. KİTABIN ANA FİKRİ :İnsan kişiler hakkında araştırıp sormadan, hükümlere varıp ,onları yargılayıp, mahkum etmemelidir.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Zehra:Mesleğini çok seven,öğrencilere en iyiyi vermeye çalışan idealist bir öğretmendir.

Tevfik Hayri:Maarif Müdürüdür.Örnek bir yöneticidir.Zehra’ya babacan bir tavırla yaklaşmaktadır.

Şerif Hayri Bey:Bölgenin vekilidir.

Vehbi Bey:Zehra’nın eski komşusudur.Babasının zor zamanında ona yardım etmiştir.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :Kitap akıcı bir dille kaleme alınmış sürükleyici bir eserdir.Bir insanda bulunması gereken en önemli özelliklerden birisini konu almıştır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
Ünlü yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin 26 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğdu ve babası Doktor Nuri Bey'dir. Önce Çanakkale İdadisinde okuyan Güntekin daha sonra İzmir'de Fransız Frerler mektebine devam etti.

Reşat Nuri, 1912 yılında İstanbul Darulfünunu Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, Fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu.

1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947'de başmüfettişlik ve 1954'te Paris kültür ataşeliği (1954) yaptı.

Reşat Nuri Güntekin, hikaye, roman, gezi notları, oyun, mizah yazıları ve çeşitli konularda makaleler yazdı. İlk eseri olan "Eski Ahbab" adlı hikayesi, 1917 yılında Diken dergisinde çıktı ve sonradan kitap olarak basıldı.

Bir dönem Zaman gazetesine Temaşa Haftaları başlığı ile tiyatro eleştirileri yazdı çeşitli takma isimlerle (Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci dergilerinde Hayreddin Rüşdi, Sermed Ferid, Mehmed Ferid) hikayeler yayınladı. Reşet Nuri'nin bazı mizah dergilerinde farklı takma isimler kullandığı da görülmüştür. Ayrıca "Harabelerin Çiçeği" adlı eserini yine zaman gazetesinde Cemil Nimet adıyla yayınladı. Cumhuriyet'in yeni kurulduğu 1923-1924 yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Kelebek isimli haftalık bir mizah dergisi çıkardılar.

Reşat Nuri Güntekin, o zamanlar kendisine büyük ün kazandıran, bugün de çok iyi bilinen ve sevilen "Çalıkuşu" adlı romanını 1922 yılında yayınladı. Bu eser TRT televizyonu tarafından dizi haline getirildi ve büyük kitlelerce seyredildi ve sevildi. Reşat Nuri'nin eserlerinde toplumsal olayların ve aşkın iç içe olduğunu görüyoruz. Kahramanları gerçek hayattan kopuk değillerdir. Kitabın kahramanının yaşadığı olayları ve duyguları, işini ve burada yaşadıklarını gözardı etmeden yazar. Romanlarını kesinlikle samimi, sürükleyici ve çok güzel bir Türkçe ile kaleme almıştır. Reşat Nuri'nin eğlendirici mizahi öyküleri de vardır.

Reşat Nuri Güntekin'in oyunlarından Yaprak Dökümü'de televizyona uyarlandığından yeni nesil hariç kimsenin yabancısı olmadığı bir eserdir. Burada da aşklar, entrikalar, mutluluklar ve gözyaşlarıyla dolu hayat yaşayan bir aile anlatılmıştır.

Reşat Nuri Güntekin, Batılı bazı yazarlarından romanlar, hikayeler çevirmiş, oyunlar uyarlamıştır. Akciğer kanresinden tedavi olmak için gittiği Londra'da ölmüş (Aralık, 1956) ve cenazesi İstanbul'a getirilerek, Karacahmet Mezarlığında defnedilmiştir.

Romanları: Harabelerin Çiçeği (1918), Gizli El (1920), Çalıkuşu (1922), Dudaktan Kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen, Miskinler Tekkesi (1946), Ripka İfşa Ediyor (1949), Kavak Yelleri (1950), Kan Davası (1955), Boyunduruk (1960), Son Sığınak (1961).

Hikayeleri: Gençlik ve Güzellik (1917), Recm (1919), Roçild (1919), Eski Ahbab, Sönmüş Yıldızlar (1918), Tanrı Misafiri (1927), Leyla ile Mecnun
(1928), Olağan işler (1930).

Oyunları: Gönül Veya İnhidam (1916), Babur Şah'ın Seccadesi (1919), Hançer (1920), Asker Dönüşü (1921), Eski Rüya (1922), Yaprak Dökümü (1923), Kır Çiçeği (1924), Ümidin Güneşi(1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, Bir Köy Hocası (1928), Bir Kır Eğlencesi (1931), Felaket Karşısında, Gözdağı, Eski Borç (1931), Ümidin Mektebinde (1931), İstiklal (1933), Vergi Hırsızı (1933), Bir Yağmur Gecesi (1941), Yol Geçen Hanı (1944), Ağlayan Kız ( (1946), Eski Şarkı (1951), Hülleci (1953), Tanrı Dağı Ziyareti (1954), Balıkesir Muhasebecisi (1955), Bu Gece Başka Gece (1956).
Diğer Eserleri: Anadolu Notları (2Cilt, 1936-1966), Fransız Edebiyatı Antolojisi (3 cilt, 1929-1931), Üç Asırlık Fransız Edebiyatı (3 cilt, 1932).

İLHAN SELÇUK-YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI

KİTABIN ADI :YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI

KİTABIN YAZARI :İLHAN SELÇUK

YAYIN EVİ VE ADRESİ :ÇAĞDAŞ YAYINLARI CAĞALOĞLU-İSTANBUL

BASIM YILI :1988

1.KiTABIN KONUSU :
Bu romanda, değer yargılarıyla birlikte çöken Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutmak isteyenlerin dramı ve devletin çöküşünü durdurmak isteyen bir asker kuşağının fedakarlık destanının öyküsü en çarpıtıcı yönleriyle Yzb.Selahattin’in anılarıyla birlikte anlatılmaktadır.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Selahattin 1894’de Edirne’de doğdu.Çok yaramaz ve haylazdı.Hergün başına bir iş geliyordu. 1900 yılında babasının tayin olmasıyla Tekirdağ’a taşındı. Burada iki farklı ilkokula gitti.İlk başta ailesinin zoruyla istemediği okula gitti. Bunlardan birisi mahalle mektebidir. Burada kuran dersleri alır ve sürekli dayak yedi.Zaten o zamanlar çocuklar böyle okullara gönderilmekteydi.Selahattin’i çok seven ve okuyup büyük bir insan olmasını isteyen amcası Mehmet Bey , Selahattin’in ailesini zorda olsa ikna etti. Bunun üzerine modern eğitim veren başka bir ilkokula başladı.Okulda çok başarılıydı; fakat hayatında aynı güzellikler yoktu.Önce çok sevdiği büyükannesi daha sonra hayatının anlamını kaybetti.Hayat Selahattin için hiç iyi gitmiyordu.Babası Hasan Bey, İclal adında bir kadınla evlendi.Selahattin’in büyük annesi onu hiç ama hiç sevmiyordu.Selahattin’in de onu sevdiği söylenemezdi.İclal her fırsatta Selahattin’i evden göndermek için elinden geleni yapıyordu..Büyük çabalarla ilk önce Edirne askeri idadisini bitirip mektebi harbiyeye başladı.Daha sonra üvey annesinin ölüm haberini aldı. Babası da Selahattin Harbiye’deyken vefat etti. Selahattin’in okul hayatı hep büyük zorluklar altında geçti.Bir gün bile yüzü gülmedi; ama yine de çok başarılıydı.Bütün komutanları onun ilerde iyi bir subay olacağına kaant getiriyordu.Mezun olduktan sonra ilk tayini Çanakkale’deki 2 nci Kolorduya çıkar. İtalyan harbini Çanakkalede bulunan birliğinde yapar.Burada çok büyük vazifeler yerine getirir.Selahattin çok gözü kara bir Türk subayıdır.Hiç bir şeyden korkmaz.Vatan için gözünü kırpmadan kanının son damlasına kadar savaşır.Daha sonra ir görev için harekete geçer. İntikal ederken bindikleri vapur bir alayı alacak kapasitede değildir zaten vapur mürettebatının Yunanlı olması 3 saatlik yolu üç günde gitmelerine neden olur. İtalyan harbinden sonra gönüllü olarak Balkan harbine katılır. Buradayken tanıştığı arkadaşları vasıtasıyla İstanbula geldiğinde İttihat ve Terakki’nin eylemlerine gönüllü olarak katılır. Bu sırada çıkan 1nci Dünya savaşında 5nci Kuvvei Seferiyye karargahınıa tayin edilir. Savaş sırasında İran ve Kafkas cephelerinde çarpışır. Zor günler geçirir. Ardından Irak cephesinde çarpışır. Ama artık eski arkadaşlarıyla haberleşemez. Çünkü hepsi şehit olmuştur. Bağdat savunmasında elindeki imkanları en iyi şekilde kulanarak savunur. Fakat Bağdat’ın kaybedilmesinden sonra Bakü’yü korur. Sonuç gene hüsrandır. Bakü de kaybedilir. 1914’de 20 yaşında genç teğmenken hedefi tüm Türkleri biraraya getirmektir; ama hayatı istediğine olanak

vermez.Çünkü bunu başarmak bir hayalden farksızdı.Turancılık, Türk subaylarının o tarihlerde en çok yapmak istedikleri şeydi;fakat Osmanlı onlara bu konuda hiçbir yarar sağlayamıyor aksine durumu daha da kötüleştiriyordu.Selahattin ise ülkesinin bu haline çok üzülüyor silah arkadaşlarıyla birlikte bunu için bir çare arıyordu.Ama imkansızlıklar onların önüne hep engel oluyordu; ama içlerindeki vatan aşkı onları hayaatlarını koydukları bu yoldan çıkartamıyordu.Buna rağmen içlerinde mevkiisini kötüye kullanıyordu .Bunların önüne geçmeye çalışan Selahattin hep ezeliyor ve en kötü görevlere veriliyordu.Fakat Selahattin hiç bir zaman yılmamıştı.Herşeye rağmen görevinin başında dimdik ayaktaydı.Görevleri sırasında Anadoludaki gerçekleride görmüştü.Anadoluda Kürt ve Ermeni sorunu vardı.Kürtler eşkiyalık yapıyordu ve köylere dirlik vermiyorlardı.Ermeniler ise tam bir vahşet örneği sergiliyorlardı.Bunların etkisinde Anadolu insanının hayattan ve devletten hiçbir beklentisi kalmadığını gören Yüzbaşı Selahattin tamamen yıkılıyordu. Anadolu insanı aradağı kıvılcımı Mustafa Kemal’le buldu ve Cumhuriyetini ilan etti.Kurtuluş Savaşında da büyük hizmetler yapan Yüzbaşı Selahattin gururuna yediremediği bir olay üzerine daha ilerleyeceği bir zamanda emekli oldu.Üst düzeyde yetkililerden gelen birlikte çalışama isteklerini geri çeviriyordu.Meslekte kalsa çok yükselebilirdi; ama onun için önemli olan onurlu yaşamaktı.Selahattin’in Cumhuriyet yıllarında yaşadıkları da aynı adlı romanın ikincisinde anlatılmaktadır.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :
Türk insanı ve özellikle Türk subayı için vatan toprağının ne kadar değerli ve vazgeçilemez olduğu kitabın ana fikridir.Zaten kitap Yzb.Selahattin’in hayatını anlattığı için onun düşüncelerine bağlıdır.Onun tek bir düşencesi vardı: “Vatanın her karış toprağı mukaddestir ve hiç bir şeye değişilemez”.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
SELAHATTİN: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında büyük pay sahibi olan kahraman Türk subaylarından biridir.Vatan ve görev aşkı inanılamz derecede yüksektir.Hayatını ülkesine ve vatan toprağına adamıştır.Tüm imkansızlıklara rağmen görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir.Örnek alınması gereken bir vatansever.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Atatürk’ün, kitabın yansıttığı fikirle paralel bir sözü vardı: “Türk tarinine bakarsanız, ulus hep Türk subaylarının omuzlarında yükselmiştir”.Bu sözü okudukça bir subay adayı olarak gurur duyuyor ve vazifemin ağırlığını hissederek daha çok çalışmam gerektiğine inanıyorum.
Yazar, Yzb.Selahattin’in anılarını en iyi şekilde kitabını yansıtmıştır.Böyle değerli bir insanın Kurtuluş mücadelesine ışık tutan anılarını okumak büyük bir şeref ve muhteşem bir duygu.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
1925 yılında Aydın’da doğdu.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.(1950). Avukatlık, matbaacılık, dergi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü yaptı. İlk yazıları 41 Buçuk isimli mizah dergisinde çıkmıştı (1952). Cumhuriyet gazetesinde fıkra yazarlığını sürdürüyor (1963- ).

ESERLER İlk iki kitabı gittiği yerler üzerine bir incelemedir:Güzel Amerikalı (1976), Uzak Komşu,

Rusya’dan Gezi Notları (1967).Mustafa Kemal’in Saati (1969)’nde belgesel yazılarını derledi, bir de roman yayınladı: Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (iki cilt, 1973/75). Yeni kitapları: Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri (1976), Yeni Kırallar, Yeni Soytarılar (1976), Ağlamak ve Gülmek
(1982), Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984), Görülmüştür (1986), Ziverbey Köşkü (anı, 1987), Japon Gülü (1988).

MARLO MORGAN-BİR ÇİFT YÜREK

KİTABIN ADI BİR ÇİFT YÜREK
KİTABIN YAZARI MARLO MORGAN
YAYIN EVİ DHARMA YAYINLARI
BASIM YILI 2001
SAYFA SAYISI 225

1. KİTABIN KONUSU:
Amerikalı bir kadının Avustralya’da yaşadığı ve tüm değer yargılarını değiştiren ruhsal bir yolculuktan bahsetmektedir.
2. KİTABIN ÖZETİ :
Gerçek bir olaya dayanan öykümüz; Marlo Morgan’a Kansas City’de doktorluk yaparken, bir sabah ofisine gelen telefonla başlar. Bir süreliğine Avustralya’da çalışmak için teklif alır. Hayatında bir değişiklik yapmak isyeyen Morgan bu teklifi kabul eder ve birkaç seneliğine Avustralya’ya yerleşir.
Avustralya’da çalışmalarını sürdürürken;Avustralya’nın yerli halkı olan Aborjinlere Amerikalıların Kızılderililere davrandıkları gibi kötü davranmalarından etkilenir. Onlara iyi davranarak onların sorunları ile ilgilenmeye başlar ve yerli halkın yaşantısına olan merakı gitgide artar.
Morgan’ın onların sorunları ile ilgilendiğini ve onları yakından tanımak istediğini gören bir grup aborjin kabilesi onu bir toplantıya davet ederler. Morgan Anakaranın diğer tarafında yaşayan ve kendi benliğini kaybetmemiş, böyle bir Aborjin kabilesi ile tanışacağı ve onlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olacağı için bu toplantıya özel bir şekilde hazırlanır. Ayrıca şehirde yaşayan Aborjinlere yaptıklarından dolayı taktir bekleyen yazar için bu toplantı hiçde beklediği gibi gerçekleşmez. Oota adında bir Aborjin eski bir jiple gelerek Morgan’ı toplantı yerine götürmek için alır. Uzun bir süre çölün ortasında gittikten sonra toplantı yerine geldiklerinde yazar kendisini bir grup yerli ile ıssız çölün ortasında bulur.
İlk olarak tüm eşyaları çıkartılan Morgan’a kuşanacağı bir bez parçası verirler. Tüm eşyaları ve kendisi ile birlikte kutsanır.Yerlilerin arasına kabul edildikten sonra tüm eşyaları yakılır. Birbez parçası ile yalın ayak kalan Morgan’dan kendileri ile birlikte yapacakları yürüyüşe gelmelerini isterler. Bu teklifi kabul eden Morgan için çölü boydan boya katedeceği ruhsal yolculuk burada başlar.
Bu kabilede insanlar isimlerini hayatları süresince yapmış oldukları işlere veya olaylara göre almakta ve değiştirebilmektedir. Bu nedenle; modern toplumdan geldiğinden ve insan olarak sahip olması gereken değerleri köreldiğinden Morgan’a “mutant” adını takarlar ve onun tekrar yaşamın gizemini görmesini sağlayarak değişime uğratırlar. Kabilede kendilerini “gerçek insanlar” olarak adlandırırlar.
Yazar yolculuk boyunca önceden ilkel olarak gördüğü bu insanların doğa ile nasıl iç içe yaşadıklarını; bu kupkuru çölde asla aç ve susuz kalmadıklarını; konuşmadan birbirleri ile iletişim kurduklarını; karşılaştıkları her tür sağlık sorununu çözecek bir birikime sahip olduklarını; hırs, kin, nefret, saldırganlık gibi olumsuz duygularının olmadığını; asla yalan söylemediklerini; hiç bir olayı veya kişiyi yargılamadıklarını; dünyada olup biten her şeyden haberdar olduklarını ve daha bir çok olağanüstü yetenekleri olduğunu hayretle görür.
Dört ay süren bu uzun yolculuk süresince, ilk günden itibaren bu çetin yolculuğun zorlukları ile mücadele etmek zoruda kalır. Karşılaştığı her zorlukta dayanıklılığının sınanması ile birlikte ruhu da değişime uğrar. Aborjinler onu kendilerinden biri olarak kabul ederek ona hertürlü zorlukla nasıl mücadele edeceğini, çölün çorak coğrafyasında bitkiler ve hayvanlarla nasıl uyum içinde yaşanacağını öğrenir.
Morgan yerlilerin yaşamı ile kendi yaşamını, iki tarafın yaşam felsefelerini karşılaştırır. Aborjinlerden öğrendikleri ile birlikte insan olarak sahip olması gereken değerleri tekrar kazanır. Bunun üzerine kabilenin şefi soylu Kara Kuğu tarafından her iki toplumun kültürünü anlaması ve içinde barındırmasından dolayı “Bir Çift Yürek” ismi verilir.
Yürüyüşün sonu yaklaşırken yürüyüşün asıl hedefi olanbüyük sırlarını Morgan’a gösterirler. Aborjinler için kutsal olan o mekanı gördükten sonra bu insanların ellibin yıllık kültürlerinin felsefesini anlar. daha sonra Moragan’a yolculuğun asıl sebebini açıklarlar: Morgan’ı mesajcı olarak seçmişler ve tüm sırlarını açıklamışlar. İnsanların uygarlık, gelişim adı altında doğanın dengesini bozduklarını ve herşeyi tüketmekte olduklarını bunun için dünyada ki varlıkarını bitirmeye karar verdiklerini açıklarlar. Çünkü kendilerinden sonra gelecek nesile yaşam için fazla birşey kalmadığını söylerler, Morgan’da kabilede niçin genç insan olmadığını anlar.
Morgan dan bu son mesajlarını iletmelerini isterler. Morgan insanların dünyaya verdikleri zararı açıklamak ve önlem alınmasını iletmek üzere onlardan ayrılır.
Avustralya’da ki işi biter bitmez Amerika’ya döner. Amerika’da bu serüveni anlatarak, bu serüvende öğrendiklerini uygulayarak ve en önemlisi yazdığı kitaplarla bu serüveni herkesle paylaşmaya, mesajı herkese iletmeye çalışmıştır.
3. KİTABIN ANA FİKRİ :
Tüm insanlığa eşsiz, zamanın derinliklerinden gelen güçlü bir mesaj iletilmiştir. Eğer tüm varlıkların, aynı evrensel birliğin bir parçası olduğunu anlarsak, dünyamızı yok oluştan kurtarmak için halen geç kalmış sayılmayız. Varolan her şey inanılmaz derecede güzel ve hassas bir karşılıklı bağımlılık dengesinde bulunmaktadır. Eğer bu mesajı alabilirsek bizim yaşamlarımızda Gerçek İnsanlar’ınki gibi yücelir.
4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:
Marlo Morgan : Hayatın monotonluğundan sıkılmış, değişiklik arayan, hırslı kafasına koyduğunu yapan, yardımsever, çocuk ruhlu biri.
Oota : Kabilede ingilizce bilen tek kişi Morgan’a kendilerini tanımasına elinden geldiğince sorulara cevap vererek yardımcı olmuştur.
Kara Kuğu : Kabilenin şefidir. Bilge bir insan olarak tüm sırlarının sırası ile Morgan’a açıklanmasını sağlamıştır.
Bunun dışında şifacı gibi yeteneklerine göre isimlendirilen birçok kabile üyesi var. Çölde, insanın yaşamını zorlayan birbirinden ilginç olaylar oluyor.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Bu kitap insanın, günümüz toplumun gereği olarak getirdiği roller ve görevler nedeni ile unuttuğumuz kaybettiğimiz değerleri hatırlatıyor. Ayrıca dünyamızın günden güne azaln kaynakları ve bozulan doğanın dengesi nedeni ile önlem almazsak gelecekte bizi bekleyen sonada dikkat çekmektedir. İyi niyetin insanı yücelttiğini nesnel şeylerin peşinde koşmamamız gerektiğini; insanı farklı kılanın yürek ve niyet olduğunu açıklayan; hayat felsefemizi tekrar gözden geçirmemize etkili olan bir öykü olarak görüyorum.
6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Marlo morgan emekli bir sağlık uzmanıdır. Lee’s summit, Missouri’de yaşamaktadır. İlk kitabı “ Bir Çift Yürek” Amerika’da otuzbir hfta boyunca New York Times Bestseller listesinde zirvede kalmış ve yirmidört dile çevrilmiştir.

ALPTEKİN MÜDERRİSOĞLU-SARIKAMIŞ DRAMI

Kitabın Adı :Sarıkamış Dramı
Kitabın Yazarı : Alptekin MÜDERRİSOĞLU
Yayın Evi ve Adresi :KASTAŞ A.Ş. Yayınları Başmusahip Sokak
Talashan 16-101 Cağaloğlu-İstanbul
Basım Yılı :Ocak 1988

1.Kitabın Konusu:
Sarıkamış Dramı,Enver Paşa ile Albay Hafız Hakkı’nın kişisel tutkularının çatışmasından, çılgınca tutumlarından, gerçekleri görmezlikten gelerek acımasız emirler vermelerinden doğmuş;sonuçta iki hafta içinde doksan bini aşkın Türk genci donarak ölmüştür.Dramı bütün ayrıntılarıyla açıklayabilmek için yazar mozayık diye tanımlayabileceğimiz çalışma biçimini seçerek,bir mozayık taşı gibi tek başına anlam taşımayan savaşçı anılarını, gazete haberlerini, çarpışmaları, verilen emirleri, belgeleri, komutanların tutum ve davranışlarını gün gün sıralayarak dramı her yönüyle ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
2.Kitabın Kısa Özeti:
Altıyüzyıllık Osmanlı tarihinde ilk kez padişah Mehmet Reşat, I nci Dünya Savaşı’na yol açan olayın gerçek nedenini bilmeden, halka savaş çağrısında bulunuyordu.Padişahtı ama ne var ki koskoca imparatorluğu ildilendiren olaylara çok uzak kalıyordu.Olayları sonradan öğreniyor, kendine anlatıldığı şekilde kabul ediyordu.Harbiye Nazırlığına yükselen Enver Paşa bir diktatör gibi davranıyordu.
Birinci Dünya Savaşı’nda doğuda Ruslarla ilk karşılaşma Eleşkiri civarında Köprüköy’de oldu.Karşı saldırıya geçen Türk Ordusu Azap Köyü savaşını kazandı.Fakat iyi keşif yapılamadığı için eski sınırına çekilemedi.İttifak Devletleri yanında savaşa katılarak Almanlara yardım amacını güden Başkumandan Vekili, 14 Aralık 1914’te Köprüköye geldi.Askeri teftiş ettikten sonra hemen Rusların elinde bulunan Sarıkamış’a taarruza karar verdi. Verilen bu kararın uygulanmasının kötü hava ve arazi şartlarıyla mümkün olmadığına inanan ve bu taarruzun ilkbaharda yapılmasını isteyen III ncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’yı azlederek Ordu Komutanlığını üstüne aldı.Enver Paşa kış ortasında bir buçuk metre kar altında, eksi 25 derecede ve 2000-3000 metre yükseklikte, arazinin dağlık ve ancak patika yollarından yararlanılabildiği bir yerde yazlık elbisesi, yarı çarıklı askerlerle taarruz yapıp amacına ulaşacağını sanıyordu.Böylelikle bir an önce saldırıya geçip ilkbahara kadar elden geldiğince Kafkasya içlerine girip olası bir barışla elimize bir şeylerin geçeceğine inanıyordu.Enver Paşa’nın temel düşüncesi başarı,dış görünüş ve giysilerle değil, her askerin kalbindeki yiğitlih ve cesaretle kazanılacağı idi.
Enver Paşa’nın yanında yalnızca Alman subayları bulunuyordu.Birliklerin kış koşulları altında yürüme ve savaşma yeteneklerini bilen Türk subaylarının görüşünü ise pek dikkate almıyordu.X ncu Kolordu’nun başında ise padişahın damadı olduğunu sık sık tekrarlamaktan bir türlü geri duramayan Albay Hafız Hakkı vardı.O da büyük zaferler kazanma hırsına kapılmıştı.
Tüm kötü koşullara rağmen savaş başladı.Enver Paşa’nın planı Sarıkamış-Erzurum arasında bulunan Rus asıl kuvvetlerini XI nci Kolordu ile sıkıştırırken IX ncu Kolordu ile Bardız, XX nci Kolordu ile Olyu yönlerinde ilerleyerek Rus Ordusunu geriden kuşatıp yok etmekti.Enver Paşa, 25 Aralıkta geride kalan öteki birlikleri beklemeksizin Sarıkamış üzerine harekete geçti.Bardız geçitini tutan Rus kuvvetlerini gece yarısına kadar süren çarpışmalar sonucunda Sarıkamış’a atan 29 ncu Tümen, 26 Aralık sabahı kendisine katılan 17 nci Tümenle birlikte taarruza başladı.Ancak taarruz gelişemedi ve durdu.Sarıkamış’a bir an önce ulaşmak için cebri yürüyüşle Allahuekber Dağları’nı aşan X ncu Kolordu 28 Aralık günü Sarıkamış doğusuna varmayı başardı.Böylece iki kolordu Sarıkamış’ta birleşti.Ancak IX ncu Kolordu Sarıkamış Dağları’nda ,X ncu Kolordu Allahuekber Dağları’nda çarpışmaları soğuk ve açlık yüzünden erimiş iki kolordunun asker sayısı onbin kişiye kadar düşmüştü. İki kolordunun 20 Aralık öğleden sonra başlayan taarruzu gecede sürdü.Küçük bir kuvvet Sarıkamış’a girdiysede geri çekilmek zorunda kaldı.
Enver Paşa’nın İstanbul hükümetine gönderdiği telgraf da bir ibret belgesiydi.gerçekleri tamamen saptırıyordu.Hiçbir hesaba kitaba dayanmayan giriştiği akıl almaz saldırı Enver Paşa’ya göre Rus Ordusu’nun kesin saldırısıyla sonuçlanmamıştı. Ortada ise büyük bir gerçek vardı.Türk ordusu tarihinde görülmemiş bir yıkım ve bozguna uğramıştı. Ayrıca Enver Paşa gönderdiği telgrafın son bölümünde olayların gizlenmesini de istemişti.İstanbul’a varır varmaz bu işi bizzat kendi üstlendi.Böylece bu başarısızlık İstanbul ve diğer bölgelerde yeterince duyulmadı.
Sarıkamış’ta kaybettiğimiz asker sayısında iki belge vardır. İlk belgeye göre IX ncu Kolordu 36.784, X ncu Kolordu 46.743 , XI nci Kolordu 21,819 ve II nci Süvari Tümeninin 3.928 kaybıyla toplam kaybımız 109.274’e ulaşmaktadır.Diğer belgeye göre ise XI nci Kolorduya 22 Aralık 1914 gününden sonra asker desteği yapıldığı belirtilmektedir.Bu da belgeye göre 6 tabur kadardır.Bu duruma göre kaybettiğimiz asker sayısı 113.000-114.000’e ulaşmaktadır.En acı olay ise bu askerlerimizin 90.000-96.000 kadarı donarak feci şekilde can vermiştir.Tüm bunların sorumlusu gerçekleri bir türlü görmek istemeyen hayalci Enver Paşa idi. Enver Paşa Kafkasya’yı alacağım derken İngiltere ve Fransa’ya Çanakkale Boğazı’na saldırmaları için davetiye çıkarmıştır.
3.Kitabın Ana Fikri:
Her zaman yaptıklarımızın sonucu görmeli, özellikle kendi menfaatlerimiz için başkalarının hayatını riske atmamalıyız.
4.Kitapta Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi:
Mehmet Reşat:I nci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı tahtında bulunmasına rağmen koskoca imparatorluğu ilgilendiren olaylara çok uzak kalıyordu.
Enver Paşa:Kişisel tutkularının esiri olarak verdiği ve uygulattığı kararlarla doksan bini aşkın Türk gencinin donarak ölmesine neden olmuştur.
Albay Hafız Hakkı:Padişahın damadı olmasının verdiği güven ve sahip olduğu kazanma hırsı onu da etkilemiş ve gerçekleri görmesini engellemiştir.
Hasan İzzet Paşa:III ncü Kolordu komutanıyken alınan kararların yanlış olduğunu belirtmiş,yaptıkları Enver Paşa ve adamlarının düşüncelerine ters olduğu için görevinden azledilmiştir.
5.Kitap Hakkında Şahsı Görüşler:
Türk tarihi açısından bir dönüm noktası olabilecek bir savaşın, yapılan hatalar zinciriyle nasır hezimetle sonuçlandığını okudum.Belki hata yapanlar da bu ülkeyi en az bizim kadar seven vatanperver insanlardı fakat liderlik böyle anlarda meydana çıkar.
6.Kitabın Yazarı Hakkında Kısa Bilgi:
Çocukluğundan beri Sarıkamış olayına ilgili olan Müderrisoğlu,lise yıllarında okuduğu bir tarih dergisiyle inceleme yapmaya karar verir.Ayrıntılı bilgi aramaya başlamasına rağmen Sarıkamış ile ilgili pek fazla bilgiye ulaşamamış bunda, Enver Paşa’nın dramı unutturmak istemesinin rolü olduğunu öğrenince konuyu derinlemesine araştırmaya başlamıştır.Yazar,mozayık diye tanımlayabileceğimiz çalışma türünü şeçmiştir.
Eserleri:Sarıkamış Dramı, Yoksulların Zaferi, Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşının Maddi ve Mali Kaynakları.

CENGİZ DAĞCI-KORKUNÇ YILLAR

KİTABIN ADI : KORKUNÇ YILLAR
YAZARIN ADI : Cengiz DAĞCI
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Ötüken Neşriyat A.Ş. Klodfarer Cad. 40/7
Divan Yolu-İSATNBUL
BASIM YILI : 1989

KİTABIN KONUSU : Sadık Turan adlı bir Kırım Tatarının Ruslar’layaşadıkları veİkinci Dünya Harbi sıralarında başından geçenler.

KİTABIN ÖZETİ : Yazar , Cengiz DAĞCI, Roma’da Sadık TURAN adlı biriyle karşılaşır,tanışır ve sohpet eder. Ertesi gün adresine uğradığında Sadık’ın kendisine bir paket bırakıp ayrıldığını öğrenir . Oradan ayrılır, merakla ve Sadık’ın ortadan kaybolmasından dolayı endişeyle paketi açar. Paketin içinde Sadık’ın anılarını yazdığı bir defter vardır. Okuduktan sonra anlaşılır ki Sadık TURAN yıllarca çektiği dertleri, sıkıntıları, kinini ve evine, milletine, topraklarına duyduğu özlemi bu sayfalara dökmüş, yazdıklarını da ilk defa Cengiz DAĞCI ile paylaşmış aynı zamanda bu ağır yükü yazara devrip Roma’dan ayrılmış. Defterin okunmasıyla bizde Sadık’ın başından geçenleri öğrenmekteyiz. Sadık TURAN’ın anıları, dertleri demek daha manâlı olucaktır, yemek masasında aldığı babasının milisler tarafından tutuklanıp götürüldüğü haberiyle başlımış. Götürülmler beyaz yüzlü, sarışın, iyi kalpli bir kadın olan öğretmeni Safiye hanım ve köyün yarsının tutuklanmasıyla devam etmiş. Babasının serbest bırakıldığı haberiyle Akmesçit’e taşınmışlar. Babası serbest bırakıldaktan sonra iki hafta işsiz dolaşmış ve bir gün yerde yatarken bulup onu evine alan bir müslüman kümese yerleşmesini sağlamış. Bir daha en son askare gitmeden 1939 yılında köyüne uğruyan Sadık evlerine Voronejli bir Rus aileinin yerleştiğini görmüş. Akmescit’e taşınmalarından geçen kısa bir süre sonra iki kardeşi hastalanıyor ve çok geçmeden ikisi de ölmüş. 16 yaşında babasının okumasını istediğini söylediği konuşması sonucunda Sadık 1937 yılında Kayabaşı Orta Mektebi’ne başlamış. Bahçesaray’daki Han Sarayı’nı gezerken yorulmuş ve bir ağacın gölgesinde oturunca yorgunluktan uyuya kalmış. Rüyasında kahve önünde yaşlı kişiler görüyor ve çocuklara anlattıkları hikayeyi dinlemiş. Muhabbet kurduğu dedelerden biri onu şehri gezdirmeye başlamış. Beraber engebeli, değişik yollardan şehri gören bir tepeye çıkmışlar. Dedenin Kazan’dan Ruslara karşı yardım istemek için geldiklerini söylediği atlılar sarayın kapılarından giriyormuş. Ardından da han ve askerleri çıkmış saraydan. Rusların çizmelerinin yürürken çıkardığı sesle Sadık düşünden uyanmış.1938’de taşındıkları yerde komşuları olan Süleyman diye bir arkadaş edinmiş. Bu sıralarda da Yeni Dünyasında yazarlığa başladığı için doktor olma hayalleri suya düşmüş. Süleyman askeri okula gitme kararına uyarken Sadık’I da yanında götürmek istemiş pek etkili olamamış. O vakitlerde askere çağrılınca babası bir konuşma yapmış ve Sadık’I ikna etmiş. Başta annesine askeri okula gidiceğini söylememişler, annesi normal askerliğini yapacağını sanmış. Gerçeği Sadık gittikten sonra öğrenmiş. Sadık ve Süleyman 1940 yılında teğmen rütbesiyle mezun olmup 54ncü tümen 94ncü taburun 2nci bölüğüne tayin olmuşlar. Krasnoye’de yapılan savunma sırasında evinden ayrı çektiği hasreti, milletinin birlik ve beraberliğinin önemini ve çarpışmalar sırasında yaşadıklarını anlatmış. Topçu olan Süleyman savunmada ölmüş. Daha sonra da aldığı özel görevde çavuşu vasilef ölmüş Sadık da esir düşmüş Almanlara. Almanların elindeyken Cevdet, Osman, Halil, Enver ve Mustafa isimli hemşerileri ile tanışmış. Kampta Mustafa çalışmaya gidip ekmek getiriyormuş. Almanlar esirleri başka yere sevk etmek için yola çıkardıklarında yolda Sadık’ın arkadaşları ölmüş. Sadık TURAN Almanların elinde yaıplan işkencelerden de bahsetmiş. Kamptayken daha önce görüştüğü Ermeni doktorla karşılaşmış. Ermeni O’na iş vermiş, hastahanenin yanında kalmasını sağlamış, ölüleri taşıyorlarmış. Ölülerin arsında kaybettiği Mustafa’nın cesedini bulması Sadık’ı çok üzülmüş. Karşılaştığı Azeri onu İskender alı başaşçılık yapan memeleketlisinin yanına götürnce Sadık da aşçılık yapmaya başlamış. Aşçılık çok rahat olduğu halde Alman çavuşu Şults gelip emir erliğini yapmasını önerdiğinde kabul etmiş. Bu noktadan sonra bir daha kampa dönmemiş, bir ahırda yatıp kalkarak kumandanlıkta çalışmaya başlamış. Bir gün sivil kıyafetli insanlar kumandanlık önünde toplanmış. Bu insanları toplamalarının nedeni savaşa katıldıklarını düşünmeleriymiş. Sadık tercümanlık yapmış. Bunun üzerine muhtarlardan köylülerin listesi istenip onlara tezkere yazılmış. Tezkere yazılan günlerden birinde O’nu hemşerisine götüren Azeri ile karşılaşmışınca Azerin kendisi adına da bir tezkere hazırlaması isteğinde bulunmuş. Karasızlık içinde birkaç gün geçirdikten sonra korkusuna rağmen içindeki sese dayanamayıp başkasının yerine Azeri’ye tezkere yazmış, gizlice vermiş. Alman askerleri Azeri’yi odaya kanlar içinde getirdiklerinde Buh ve Şults’un yanında Sadık da varmış. Bunun üzerine Azeri’ye işkence yapıp öldürmüşler. Şults, yüzbaşı ile çepheye çağrıldığını, Buh da O’nu ştalaga geri göndermek istemediğini kumandanlığa gönderebileceğini söylemiş. Bir iki gün sonra tren yolculuğunun ardından arabayla yanında alman askeri ile kumandanlığa varmış. Gittiği yerde çok nazik karşılanıp çay ikram edilmiş, temiz bir odada kalmış. Etrafta Rus subayları varmış ve çok rahat görünüyorlarmış. Ertesi gün komutanla görüştüğünde savaşı bitirebilmek için yardım istemişler. Başta reddetmesine karşı Alman subayı ikna etmiş. Sadık TURAN, Sadık KEMAL ismini alıp ştalaga geri götürülmüş. Sonraki gün Vinnitsa’dan trenle ayrılıp Volinsk’deki Ostrova kampına varmış. Kaldığı barakada Türkistanllılar varmış ve Türkistan için ordu kurduklarından söz ediyorlarmış. Sadık TURAN da bu kuruluşa katılmış, Rus üniformalarını çıkartıp Alman üniformalarını giymiş.SADık anılarını burada noktalamış.

KİTABIN ANA FİKRİ : Sadık TURAN’ın anıları herkese millet sevgisini ve devleti için yaşamayı anlatıyor. Bütün karşılaştığı güçlüklere göğüs gererek yaşamak ve memleketine dönmek için mücadele vermiştir.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARI DEĞERLENDİRME :
Sadık TURAN : Küçük yaşta sorunlarla karşılaşıp, savaşı gören ve yıllarca evinden uzakta sürgün yaşıyan Tatar Türkü.
Bekir : Sadık Turanın yaşayan tek kardaşi. Sadık askeri okula gittikten sonra hiç görüşememişler.
Süleyman : Sadık’ın komşusu daha sonra askeri okulda beraberler ve aynı cepheye tayin oluyorlar. Milli duguları Sadık’tan daha zayıf kendini daha çok düşünen biri.
İvan Aleksandroviç ŞİŞKOF : Askeri ıkuldaki Rus komiseri. Sadık ve Süleyman’ın yüzüne gülsede onlar hakkında değişik düşüncelere sahip. Rus çıkarları için herşeyi yapabilen biri.
Grişa : Balıkçı rus Kırımlı. Kırımlı olduğu için Sadık’a yakınlık duyuyor, O’nun için kendini feda edip yaşamını yitiriyor.
Şults : Alman çavuşu. Sadık’a iyi davranıyor. Dürüst davranan biri.

AHMET HAMDİ TANPINAR-HUZUR

KİTAP ADI HUZUR
K KİTABIN YAZARI A AHMED HAMDİ TANPINAR
Y YAYIMEVİ VE ADRESİ R İMGE YAYINEVİ
B BASIM YILI A 1998

KİTAPIN KONUSU: Bir dünya görüşüne, bir hayat nizamına kavuşamamış Cumhuriyet aydınlarının "huzursuzlukları"nı dile getiren bir roman. Huzur'un kahramanlarından Mümtaz roman boyunca kendisini "huzur"a kavuşturacak bir "iç nizam"ı aramaktadır. Eserde hastalık, ölüm, tabiat, kozmik unsurlar, medeniyet, sosyal meseleler, çeşitli ruh halleri ve estetik fikirler içiçe verilir. Ancak bütün bunların üzerinde romana hakim olan Mümtaz'la Nuran'ın aşklarıdır. İstanbul bu aşkın yaşandığı çevre olmaktan çıkarak, âdeta bir roman kahramanı gibi ele alınır.

KİTABIN ÖZETİ:
Mümtaz, Nuran’a olduğu kadar,İstanbul’a da aşıktır.Huzur’da İstanbul sadece bir güzel şehir, roman kişilerinin içinde yaşadığı bir çevre degildir;başlı başına bir roman kişisidir, bir sevgilidir.Bir bu değil, elbette, Huzur.Birtakım sorunların özellikle tartışıldığı, temel sorunun Batı-Doğu çatışması biçiminde görüldüğü bir tarihsel dönem içinde gerçek bir “huzur”suzluğu yaşayan bir aydın kuşağının kendilerince bir yeni bileşime varmak çabalaının çok belirgin olduğu bir roman…Fakat ağır basan Mümtaz-Nuran ikilisinin aşkı oluyor.
Huzur, dört bölümdür.Birinci bölüm, Mümtaz’ın amcasının oğlu “İhsan “.”Bir ayağı sakat, çiçekbozuğu, gözlerinin içi gülen bir adam .”Mümtaz ‘ın ilk izlenimi budur.İhsan hakkında ufak tefek bilgiler veren bu bölüm ,gerçekte, Mümtaz’ın çoçukluk yıllarını, kişiliğinin oluşmasında etkisi olan olayları, İhsan’la karşılaştıktan sonraki fikri gelişmesini anlatır.
19. sayfada, bir geriye dönüşle Mümtaz’ın çoçukluğu anlatılır.Mümtaz, çoçukluğunda, savaşın dehşetini yaşamış, vurulan babasının ve kısa bir süre sonra ölen annesinin ölümünü görmüş, mahzun, yalnızlığı ve hayal kurmayı seven bir çoçuktur.
Mümtaz’la Nuran bir sene evvel, bir mayıs sabahı Ada vapurunda tanışmışlardır.Mümtaz Nuran’la tanışmadan önce çok kötü bir durumdaydı, kensine ölümü kurtuluş olarak gördügü zamanda Nuran’la tanışması onu Nuran’a olan sevgisini daha çok artırdı.
Mümtaz Nuran’ı sade güzel ve seven, sevilmekten hoşlanan kadın değildi.Herşeyden evvel çok iyi bir arkadaştı.Garip bir anlayışı, güzel şeyleri bilerek tadışı vardı.Musikiden iyi anlıyordu.
Nuran’ın Mümtaz’a karşı olan sevgisinde annelik hissi, aşk, hayranlık ve biraz da minnet vardı.Kitabın birinci bölümünde bunlar anlatılmaktadır.
Yazın bitmesi sanki Mümtaz’la Nuran’ın aşklarının da sona ermesidir:”Teşrin ortalarına doğru saadetleri yavaş yavaş gölgelenmeye başlamıştı.” Mümtaz yazı masasını, lambayı, kitaplarını düşündü.Plakalarını gözden geçirdi.Hepsi can sıkıcıydılar.Hayat, çok defa bir şeye asılmakla kabildir.Genç adam bu mucizeli bağlanışı hiç bir yerde bulamıyordu.”
Üçüncü bölüm”Suat”dır.Suat’ın,”Evet, bir adımda eski, yeni ne varsa hepsini silkip fırlatmalı.Bu bölümde uzun uzun musiki gecesi anlatılır.Nuran’ın Mümtaz’dan uzaklaşır gibi olması, Adile ve Yaşar çevresinde geçen geceler, Mümtaz’ın acıları “yarı vakitlerini yazı hatırlamakla” geçirmeleri ve sonunda Suat’ın bir Dostoyevski romanından çıkıp gelmişe benzeyen davranışı , Mümtaz’ın evinde kendini asarak Nuran’la Mümtaz’ın aşkına son darbeyi indirmesi…
Suat’ın intiharı Nuran’I çok etkiler Mümtaz’la evlenecekleri gün gördüğü bu sahne karşısında yıkılır, alır başını Bursa’ya gider.Suat yaşarken yapamadığını kendini öldürerek yapmıştır.
Dördüncü bölüm “Mümtaz “dır, ilk üç bölümün “muhassala”sı olan Mümtaz.Mümtaz’da Suat saplantısı ve ruhsal dengesizlik başlar.Nuran’ı kaybetmiştir.Mümtaz, Nuran’ı kaybederse çıldıracağını daha 166. sayfada söylemişti. Ve Mümtaz Nuran’ı kaybetmiştir.Mümtaz için dehşet verici olan ikinci şey, savaşın başlaması, kitabın son sayfasında gerçekleşir.”Yan pencerelerden birinde bir radyo, Hitler’in o gece verdiği hücum emrini tekrarlıyordu.İhsan da iyileşmeye başlamıştır;yani Mümtaz’ı ayakta tutmaya yarayan sorumluluk duygusu da dayanığını yitirmiştir.Sonunda Mümtaz çıldırır.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Yaşamımızdaki tüm olumsuzluklara rağmen, yaşama azmimizi hiç bir zaman kaybetmemeliyiz.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE SAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Mümtaz: Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiştir. Amcaoğlu İhsan’ın yanında yaşamaktadır. Mümtaz’I n her şeyiyle İhsan ilgilenmiştir. Mümtaz hoşgörülü, sevecen, çalışkan bir insandır.
Nuran: Fahir’den boşandıktan sonra yaşama Mümtazla bağlanmıştır. İyi kalpli, dost canlısı, sempatik bir kişiliktir.
İhsan: Mümtaz’ın amcasının oğludur.Mümtaz’la yakından ilgilenmiştir. Ağır bir hastalık geçirmiştir. Babacan, hoşgörülü, kültürlü birisidir.
Macide: İhsan’ın karısıdır. Genellikle duygularıyla hareket eden iyi kalpli biridir.
Suat: Mümtaz’ın akrabasıdır ve Nuran’ın liseden arkadaşıdır.lise yıllarında Nuran’a aşıktır. Herkes tarafından hala sorumsuz bir insan gözüyle bakılmaktadır. Bu onu olumsuz yönde etkilemektedir.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitapta herkes kendinden birşeyler bulabilir sürükleyici bir anlatımı var insanlara kısa ip uçlarıyla daha sonra gerçekleşecek olaylar hakkında bilgi veriyor. Olaylar günümüzde de gerçekleşebilecek türdendir.Benim kanaatim ; herkesin bu kitabı okuması lazımdır.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğdu.İstanbul'da Ravaz-i Maarif İbtidaisi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 1942-1946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü ve bu görevde iken 24 Ocak 1962 tarihinde İstanbul'da öldü.

Eserleri

HİKAYE KİTAPLARI;
Abdullah Efendinin Rüyaları (1943)
Yaz Yağmuru (1955)
Hikayeler (1983)

ROMANLARI;
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962)
Sahnenin Dışındakiler (1973)
Mahur Beste (1975
Aydaki Kadın (1987)

DENEMELERİ;
Beş Şehir (1946)
Yahya Kemal (1961)
Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)
Yaşadığım Gibi (1970)

ŞİİR KİTABI;
Şiirler (1961)

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU-YABAN

KİTABIN ADI YABAN
KİTABIN YAZARI YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
YAYIN EVİ BİRİKİM
BASIM YILI OCAK 1981
SAYFA SAYISI 300

1.KİTABIN KONUSU:
Milli Mücadele’yi konu alan romanda , köyün ve köylünün durumu, Kurtuluş Şavaş’ındaki tavrı Ahmet Celal’in gözüyle verilir.Yine onun köylülerle ilşkisi halk-aydın kopukluğu biçiminde belirir.
Köylülere göre bir “yaban”dır Ahmet Celal.Konuşması , tavırları , giyimi , düşünceleri , duyarlılığıyla onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki , benliğindeki acılardan kurtulmak için eski neferi Mehmet Ali’nin köyüne gelmiş , köylülerin arasına karışarak , kendini yenilemeyi ummuştur.
2.KİTABIN ÖZETİ:
Ahmet Celal Birinci Dünya Savaşında kolunu kaybeder. Emirberi Mehmet Ali’nin daveti üzerine , onun ailesiyle beraber köyde yaşamaya başlar.Köylüler ve Mehmet’in annesi Zeynep Kadın ona değişik gözle bakarlar. Onun yaptığı işleri boş ve gereksiz görürler. Bu yüzden ondan nefret etmeye başlarlar.Ona “yaban” lakabın takarlar.
Yaban , Milli Mücadele ile ilgili gelişmeleri takip eder. Köylüler ise bu konularla hiç ilgilenmezler.Daha sonra köye hersene gelen şeyh ile tartışırlar. Şeyh köyü çabuk terkeder. Halk , bu olaydan dolayı onu açıkça dışlamaya başlar.Mehmet , dört arkadaşıyla beraber gönüllü askere gidince , iyice yalnız kalır.Yalnızlıktan kurtulmak için köyün etrafında gezinmeye başlar.Gezinirken Emine adında genç bir kız ile karşılaşır ve ona aşık olur.
Birinci ve İkinci İnönü Zaferi’nin haberini alınca çok sevinir.Fakat bu sevinçini köyde Bekir Çavuştan başkası paylaşmaz. Zeynep Kadın’ın yüzü asıldığı için Bekir Çavuş’un köyün dışındaki evine taşınır.Bekir’in karısına Emine’yi istetir.Fakat Emine “ben yaban’a varmam” diyerek kabul etmez.Mehmet’in kardeşi İsmail’le evlenir.
Eskişehir-Kütah’ya Muharebeler’inden sonra cephemiz çözülmeye başlar.Askerler dağınık bir şekilde köyden geçer. Yaban onlarla konuşur. Ankara ve Mustafa Kemal hakkında bilgiler alır.Salih Ağa ve çevresindekiler ise askerler birşey vermemek için ortalıktan kaybolurlar.
Top sesleri köyde duyulmaya başlar.Bir hafta sonra Yunan askerleri köye girer.Yaban’ın subay olduğunu anlayınca göz hapsine alırlar. Yunan askerleri başta Salih Ağa olmak üzere bütün köyü sömürürler.Irza ve namusa dokunmaya başlarlar.İlerledikleri için köyde kısa süre etkileri azalır.
Düşman yenilgiye uğradıktan sonra tekrar köye döner. Köyü yakar , yıkarlar.Erkekleri , Kadınları , Kızları ayrı ayrı yerlere toplarlar.Kızlara sarkıntılık yapmaya başlarlar.Yaban bu sıralarda kaş göz işaretleriyle Emine ile anlaşarak ; kaçmayı planlar.Emine ile kaçarken ikisi de yaralanırlar ve mezarlığa sığınırlar.Ahmet Celal, köyde başından geçen olayları yazdığı defterini Emine’ye verir. Yolun göründüğünü düşünerek;bir daha dönmemek üzere yürüyerek köyü terkeder.

3.KİTABIN ANAFİKRİ:
Romanın kahramanı kitabın anafirini şu cümlelerle çok güzel ifade etmiştir :
“Anadolu halkının bir ruhu vardı ; nüfuz edemedin.Bir kafası vardı;aydınlatamadın. Bir vucudu vardı; besleyemedin. Onu ; hayvani duyguların , cehaletin , yoksulluğun ve kıtlığın eline bıraktın.O , katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti.Şimdi , elinde orak , buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki , ne biçeçeksin?…”

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
A.Sahışların Değerlendirilmesi
Yüzbaşı Ahmet Celal: Sağ kolunu savaşta kaybetmiştir.Dünyadan beklentisi kalmamıştır.Dünyadan elini eteğini çekmek için bir köye gitmiştir.Aslında entellektüel birisidir.O,aydınlar ile köylüler arasındaki düşünce farkını derinden hissetmiştir.Köylülerin geriliği , cehaleti karşısında aydınlar takımını suçlayan bir aydındır.O, bütün köylüler için sadece bir “yaban”dır.
Mehmet Ali:Yüzbaşı Ahmet Celal’in askerde emirberidir.Bozulmamış bir Türk’tür.Köye ayak bastıgı gün diğer köylülerden biri olan ve onlara hemen karışan birisidir.Ahmet Celal’in köyde konuşabildiği,sorularına cevap alabildiği birisidir.
Emine: Tipik bir Türk kızıdır.Güzel , alımlı ve saf birisidir. Ahmet Celal bu genç kıza aşık olmuştur.
Zeynep Kadın:Tek kelime ile “mal canın yongasıdır” sözü tipinden bir kadındır.Mehmet Ali’nin annesidir.
Diğer Şahıslar : Süleyman , Hasan , Cennet , Bekir Çavuş , Salih Ağa , İsmail , Emeti Hanım.
B.Olayların Değerlendirilmesi
(1)Olaylarda yurt gerçeklerinin canlı betimlemesini görülmüyor;yurt gerçeklerinin verilemesinden çok , buna ilşkin soyut düşünceler verilmiştir.
(2)Olaylarda geçen yerel bilgiler de (konuşmalar,töreler,çevrenin betimi…) gerçeklere uygun değildir.
(3)Olayların başkişisi gerçek bir kişi gibi görünmüyor , yazarın kafasında yaratılanbir kişi olduğu hemen seziliyor.
(4)Olaylar uzun gözlemlere , incelemere dayanmamıştır , soyut düşüncelerle birazcık gözlemin karmaşasından oluşmuş bir tablodur.
5.KİTAP HAKKINDA SAHŞİ GÖRÜŞLER:
Yaban , Birinci Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybettiği için bütün hayatı cemiyete , hatta bütün hayata küsmüş , isteksiz ve hedefsiz bir insan gözüyle görülen Türk köylüsünün romanı’dır.
Yaban,esas itibariyle ciddi bir yaramıza dokunan ve dokunduğu için hayırlı bir iş gören romanlarımızdandır.Fakat bu yaraya dokunuş , o kadar sert , öylesine hayratça olmuştur ki ; okuyan , ister istemez , yazarın Türk köylüsüne karşı bir hayli zalim davrandığını düşünmek zorunda kalır.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Yazar 27 mart 1889 mısırda doğdu.1908’de ailece yurda döndüler. İstanbul’a yerleştiler.Fecr-i Ati topluluğuna katıldı ve Nirvana adlı tek perdelik oyunu yayımlandı.daha sonra Yunan ve Latin kaynaklarına dayalı yeni bir sanat anlayışını savunmaya başladı.
Birinci Dünya Savaşları , bu savaşlarda gelen yıkım ,Yakup Kadri'de bir değişmeye yol açtı.Artık güncel olayları izleyen , Kurtuluş Şavaş’ını destekleyen bir gazetecidir.Hikayeleri de Milli Mücadele ile ilgilidir.1921’de Ankara’nın çağrısı üzerine Anadolu’ya geçti.Mardin ve Manisa milletvekili oldu.Cumhuriyet ve Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde makaleler yazdı.
Arkadaşlarıyla beraber Kadro dergisini 1932 yılında çıkarmaya başladı.Büyük yankı uyandıran ve tartışmalara yol açan romanı YABAN da aynı yıl yayınlandı.Kadro dergisi’nin düşüncelerini zararlı bularak derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri Tiran elçiliğine atanınca dergi de kapanıdı.Bir çok elçiliklerde bulunduktan sonra en son Anadolu Ajansında YönetiM Kurulu Başkanılığı görevini yaptı.13 aralık 1974’te Ankara’da öldü.
Başlıca eserleri:Rahmet , Milli Savaş Hikayeleri , Bir Serencam , Nur Baba , Kiralık Konak , Sodom ve Gomore’dir

ATEŞTEN GÖMLEK-HALİDE EDİP ADIVAR

KİTABIN ADI ATEŞTEN GÖMLEK
KİTABIN YAZARI HALİDE EDİP ADIVAR
YAYIN EVİ ÖZGÜR YAYINEVİ
BASIM YILI OCAK 1997
SAYFA SAYISI 350
1.KİTABIN KONUSU:
Milli Mücadele sırasında Ayşe, Peyami ve İhsan arasında geçen acıklı bir aşk hikayesi.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Bacaklarını katbeden Peyami,dışişleriyle ilgili bir meslek seçmiştir. Hatıralarını yazdığı sıralarda, kafatası da açılacak, içerde kaldığı sanılan bir kurşun aranacaktır.
Ayşe, Peyami’nin uzak bir akrabasıdır. İzmir’den, onunla evlendirilmek üzere İstanbul’a davet edilmiş, ama Peyami istememiştir.Bunun üzerine, onuruna çok düşkün olan Ayşe, bir daha hiç bir zaman Peyami’yle evlenmemeyi aklına koymuştur. Nitekim bir başkasıyla evlenir.Ayşe’nin kardeşi Cemal subaydır.Harbiye Nezaretindeki Binbaşı İhsan’la Mütareke’nin ilk zamanlarından beri çok iyi anlaşmaktadırlar.Peyami’nin annesi, Şişli’deki salonuyla o günlerin kibar kadını, tanınmış kadını, sözgeçiren bir kadındır. Kadınlar arasındaki propagandayı o idare eder. İstanbul’da çeşit çeşit inanç, türlü türlü çalışma vardır. Özellikle manda taraftarları, ülkeyi bir başka yabancı devletin boyunduruğu altına koymak için çok çalışmaktadırlar. Bir gün İzmir’e Yunanlıların girdiği haberi gelir. Ayşe’nin kocasını, küçük oğlunu, birçok suçsuz insanla birlikte süngülemişler, delik deşik etmişlerdir. Ayşe, kalkar İstanbul’a Peyami’lere gelir.
Sultanahmet meydanında büyük bir miting yapılır. Mitinge kadın erkek, çoluk çocuk katılmıştır; asıl gelenler İstanbul’un arka mahalle insanlarıdır. Minarelerin arasına çok büyük, siyah bayraklar asılmıştır. Orada halk, ülke kurtuluncaya kadar dövüşmeye, sanki ant içmeye gelmişlerdir.
Büyük toplantıdan sonra İhsan’la Cemal Anadolu’ya geçerler. Peyami şiddetli bir tifoya yakalandıktan sonra, ayşe ile birlikte kağnıya atlayıp Kandıra köyünde bulunan İhsan’ın yanına giderler. Bir çete kurmuşlardır. Ulusal harekete karşı koymak isteyen köyleri yola getirirler. Peyami’i ,dilbilgisinden yararlanmak üzere, mütercim olarak milli müdafaya verirler. Ankara’ya gelir. Ayşe hemşire olmuş, Eskişehir’e gitmiştir. İhsan, çelikten bir insan gibi, yorulmak bilmeden didinir, çalışır. Hepsi Ayşe’nin, İzmir kızının peşinde, İzmir yolunda ölmeye söz vemişlerdir. Bu sıtmayla sanki üstlerine ateşten bir gömlek giymişlerdir. Peyami, büyük bir uğraştan sonra kendini İhsan’ın komutası altındaki birliğe verdirir. İhsan, bir akşam Peyami’ye Ayşe’yi nasıl yana yana sevdiğini anlatır. İkinci İnönü Savaşı’nda alayının başında, başını kurşunlara uzatarak ölümü beklemiştir. Metristepede göğsünden bir kurşun yiyerek bayıldığı an her şeyin bittiğine hükmetmiştir. Çok kan kaybetmiştir. Hastanede yer olmadığı için İhsan’ı bir otelde, küçük bir odaya yatırırlar. Ayşe sabahları gelir, yarasını gözden geçirir, çarşaflarını değiştirir, derecesini alır. İhsan, öğleye kadar hep bunun yaşamakla vakit geçirir. Bir akşam, Ayşe ile, İzmir’e girecekleri günü konuşurlar. İzmir’e ilk giren kendisi olmak şartıyla Ayşe’den kendisiyle evlenmesini ister. Ayşe bu sözü vermeden, mantosunu kapar, kaçmaya başlar. İhsan, yarasını açarak intihara teşebbüs eder. Ayşe de ister istemez geri dönmek zorunda kalır.
İhsan’a rastlantılar fena bir oyun oynar. Hava değişimi için Ankara’ya gönderilir. Orada, ihsan’ın isteğine aykırı olarak, bir amca kızını onunla evlendirmeye kalkarlar. İhsan bunu kabul etmez, ama dönüşte, trene binerken amcasının kızına, onu öperek veda eder. İşte kötü rastlantı burada kendini gösterir; Ayşe, bu sahneyi görmüştür. İzmir’in kızı, o günden sonra İzmir’den başka hiçbir şey düşünmez olur. İhsan’da yırtıcı bir savaş başlamıştır; dışından düşmanlarla içinden kendi kendisiyle savaşmaktadır. İhsan, bir saldırı sırasında, tırmandığı tepenin en yüksek noktasında bir makinalı ateşiyle vurulur. Peyami’nin kolları arasında hayata veda eder.
Ayşe Hemşire bu saldırıda vurulanlar arasındadır. Peyami, bir sedye içinde bir asker kaputu altında onu bulur. Hemşire gömleği kana bulanmıştır. Sol kaşının üztünden iri bir yara almıştır. Hemşirenin şehit oluşu hazindir: Sıhhiye bölüğünde çalışırken komutanın şehit düştüğü haberi gelir. Bunu duyar duymaz fırlar, ileri, en ileri hatta kadar koşar. Yakalayamazlar. Bir yop mermisi parçasının isabetiyle vurulur.
Peyami, Ayşe’yi de İhsan’ı da Gökçepınarda yan yana gömdürür. Niyeti İzmir’e en önce girip, bunu Gökçepınarda yatan Ayşe’ye anlatmaktır. Çünkü, Peyamiye göre Ayşe hiç kimseyi sevmemiştir. Onun seveceği insan, İzmir’ e ilk girecek olan insandır.
Peyami’nin hatıra defteri burada biter. Ameliyattan sonra, Cebeci hastanesinin iki doktoru bu konuda konuşurlar. Yedek asteğmen Peyami Efendi’nin kağıtlari incelenmiştir. Ne İhsan isminde bir alay komutanı bulunmuştur, ne de Ayşe adında bir hemşire. Peyami’nin akrabası da bulunmamıştır. Bunun üzerine iki doktor, hatıra defterindeki olayların, kafasına kurşun girmesinden ileri gelme hayaller olduğuna karar verirler.

3.KİTABIN ANAFİKRİ:
İyi bir amaç doğrultusunda insanları motive edebilmek oldukça önemlidir ve amaç için her yol kullanılabilir.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
A.Sahışların Değerlendirilmesi

Peyami: Savaş sırasında kafasında yaralanan biri zamanında yapmadığı işlerden dolayı büyük üzüntü doyan, muhtemelen psikolojik sorunları olan biri.

İhsan: Ayşe’ye karşı çok samimi duygular besleyen fakat savaş sırasında bunları açıklayamayan dolayısıyla kendi içinde çetışma yaşayan biri.

Cemal: İyi niyetli, yaşam dolu bir insan.

Ayşe: Milli duyguları çok kabarık olan bu yüzden kendi ilişkilerini feda eden biri.
B.Olayların Değerlendirilmesi
Olaylar Milli Mücadele etrafında gelişmiştir. Halide Edip Adıvar, Milli Mücadele’nin içinde yer aldığından olaylar gerçeğe çok yakındır.Olaylar bu acıklı aşk hikayesinin çok iyi tamalamakta;hiç bir tezat göstermemektedir.
5.KİTAP HAKKINDA SAHŞİ GÖRÜŞLER:
Kurgusu oldukça kuvvetlidir. Şahısların olaylar karşısındaki tavırları, ruh halleri öyle güzel tasvir edilmiş ki kendinizi romanın içinde sanıyorsunuz. Olayın geliş süreci, mekanın ve zamanın uyuşu romanı sürükleyici hale getiriyor. Cümleler biraz osmanlıcaya kaçsa da anlaşılması kolay. Raman süresince yapılan geri dönüşler, açıklamalar ayrı bir ahenk katmış.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Öğrenimini Amerikan Kız Koleji’nde tamamladı. Felsefe, sosyoloji, matematik dersleri aldı. Matematik öğretmeni Salih Zeki ile ilk evliliğini yaptı. Öğretmenliklerde bulundu. Kocasının ölümü üzerine Dr. Adna Adıvar ile evlendi. Halide Onbaşı diye anılarak, ordu içinde kendine iyi bir unvan sağladı. Uzun yıllar Avrupa ve Amerika’da yaşadı. Döndükten sonra İstanbul Üniversitesi’ne İngiliz Edebiyatı Profesörü oldu. Romanlarında ingiliz edebiyatının etkisi açıkça görülür. İlk romanlarında aşk ve akdın psikolojisi üzerinde duran yazar, sonraki eserlerinde yurt ve ulus sevgisine yönelik eserler yazdı. İstanbul’da öldü.

ESERLERİ:

MOR SALKIMLI EV, ATEŞTEN GÖMLEK, VURUN KAHPEYE, YOLPALAS CİNAYETİ, HAYAT PARÇALARI, SİNEKLİ BAKKAL, DAĞA ÇIKAN KURT, ZEYNO’NUN OĞLU, DÖNER AYNA, SEVDA SOKAĞI, MEV’UT HÜKÜM,

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU-PEYAMİ SAFA

KİTABIN ADI DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
KİTABIN YAZARI PEYAMİ SAFA
YAYIN EVİ VE ADRESİ ÖTÜKEN YAYINEVİ MALTEPE İSTANBUL
BASIM YILI 2000

1.KİTABIN KONUSU:
Çocukluğundan beri bacağından rahatsız olan ve kimseyi dinlemeyen birisinin, hayaller peşinde koşarken başından geçen olaylar.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Yazarın küçüklüğünden beri çektiği hastalık onu hastahanelerden tiksindirmiştir. Fakat durumu ciddiyetini korumaktadır. Annesi ile kenar mahallelerin birinde virane ahşap bir evde yaşamaktadır.
Bir gün ameliyat olması gerektiğini öğrenip hastahaneden döndüğünde evde annesini bulamaz ama odanın halinden annesinin şiddetli bir baş ağrısı geçirdiğini anlar. O sırada annesi gelir. Yazar ise annesini üzmemek için ona gerçekleri anlatmaz. Kendi doktaruna gidip ona gözükmesi gerektiğini söyler. Annesi yazarın Erenköye gideceğini öğrenince paşanında onu merak ettiğini söyler. Ertesi gün yazar önce paşaya gider. Paşa ilk olarak sağlık durumunun nasıl olduğunu sorar yazar da kaçamak cevaplar vererek olayı geçiştirir. Daha sonra odaya Nüzhet gelir yazardan getirmesini istediği kitapları alır. Kızı gidince paşa yazara bir de doktor Ragıp Bey’ e görünmesini tavsiye eder. Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçük yaşlardan beri onunla konuşur, ona kitap okur. O akşam yine bir roman okumaktadır fakat paşa uyuyunca Nüzhet’ le birlikte beahçeye gider ve muhabbet ederler. Yazar on beş yaşında ve aralarında dört yaş olmasına rağmen Nüzhet’ i sevmektedir. Ancak onun da aynı duyguları hissetiğinden emin olmaz. Bahçede konuşurken doktor Ragıp’ ın Nüzhet’ i istediğini duyunca önce üzülür ama Nüzhet oralı olmayınca, duyduğu şüpheye rağmen keyfi yerine gelir. Daha sonra Nüzhet annesinin isteği üzerine uyumaya gider ve yazar da kendine olan tüm güvenini kaybeder.
Hastalığı onu normal yaşından çok daha olgun davranmaya sevk etmiştir. Doktorun ikazlarına rağmen baston kullanmayan yazar o gece yatakta yorgun ve acı içinde kıvranmaktadır. Henüz uyumadan Nüzhet yazarın evine uğrar ve uyuyamadığını bahane ederek tekrar koyu bir muhabbete başlarlar. Ertesi gün yazar erkenden doktara gideceğinden Nüzhet onun uyumasını ister. Fakat yazar ona karşı olan zaafiyetini daha fazla saklayamaz, onu kendisine çekip bir kere öper ve Nüzhet şaşkınlık içerisinde koşarak eve gider.
Sabah olunca yazar Kadıköye gider ve paşanın istediği kitapları alır ve sonra da annesine bir ay içerisinde gelemeyeceğini yazar. Oradan da doktara gider fakat operatörün dersi olduğundan görüşemezler. Operatörle akşama görüşebilen yazar ondan baston kullanması ve iyi yemesi ve dinlenmesi konusunda uyarı alır. İşi bitip köşke dönen yazar içeriye girdiğinde kendisinden gizli birşey konuşulduğunu anlar ve üzüntü içerisinde bahçeye oturmaya çıkar. Daha sonra Nüzhet gelir ve yazar içeri girdiğinde annesinin dolabın arkasında çıplak olduğunu söyleyerek onu rahatlatır. Fakat akşam Nurefşan ona gerçekleri yani Nüzhet ile doktor Ragıp’ın durumlarını konuştuklarını söyler. Yazar hayal kırıklığına uğrar ve Nüzhet’ in odasına konuşmaya girer. Nüzhet yine yazarı ikna eder. Daha sonra ikiside uyurlar.
Ertesi günü Nüzhet’ le bahçede geçiren yazar Nüzhet’ le cinsel yakınlaşmalara girer. O akşam doktor Ragıp yemeğe gelir ve yazar hiç oralı olmaz. Konukları gidince Paşa yazara doktor hakkında görüşlerini sorar o da Ragıp’ ı Nüzhet’ e yakıştıramadığını söyler bunu duyan yengesi de içinden yazara karşı kin tutar.
Bir gün yazar yengesinin Nüzhet’i mikroplara karşı uyardığını ve eşyalarımızı ayırdım dediğini duyar ve bunun üzerine evi terketme kararı alır. Ancak annesininde o gün paşalara geleceğini duyması kararını değiştirmesine neden olur.
Hızla geçengünlerden sonra nihayet evine dönen yazarın ağrıları gün geçtikçe arttığından annesi onu fakülteye götürür. Operatör ona durmun ciddiyetini hatırlatır ve yerinden bile kıpıdamamasını ister. Evi birden kalabıklaşan yazarın yakınları onu teselli etmeye çalışır. Tekrar fakülteye gittiğinde operatör bacağın kesilmesi gerektiğini söyler fakat buna razı olmayan yazar birden bayılıverir. Bundan etkilenen operatör kasaplardan farkı olmaları gerektiğini söyleyip yazara, üç aylık bir sürede bacağını kurtarmak için hastahanete kalması gerektiğini söyler. Yazar bunu kabul etmek zorunda kalır ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır. Burası ona hapishane gibi gelir ve ilk gecesi olaylı biter. Bu korkuya dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırır. Zor geçen günlrin sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyatı bitince yedinci pansumanda doktor bacağın kurtılduğun ancak yer basamayacağını söyler.
Daha sonra da Nüzhet’ ten gelen karttan Paşanın hastalandığını Nüzhet’ in de doktor Ragıp’ la nikahlanacağını öğrenir. Acılar içinde geçen günlerin sonunda annesi doktor Mithat ve arkadaşı onu hastahaneden taburcu ettirirler.
3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Bize verilen öğütleri ciddiye almalı ve hayallere peşinden koşmamalıyız. Aksi takdirde kaybeden yine bizoluruz.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Yazar: Tek bacağından acı çeken ve ümitleri peşinde rüyalar aleminde koşan birisi.
Nüzhet: Yerinde duramıyan yaşam dolu son derece hareketli birisi.
Paşa: Disiplinli, yardım sever ve dediğim dedik, inatçı birisi.
Yengesi: İçten pazarlıklı kızının iyiliğini düşünen bir anne.
Nurefşan: Köşkün hizmetçisi ve yazarın mutluluğu için elinden geleni yapan birisi.
Doktor Ragıp: Bakımlı ve kültürlü bir doktor.
Doktor Mithat: Yazarın doktoru.
Operatör: İnsanliğa faydalı olmaya çalışan bilinçli bir tıp adamı.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kısa ve anlaşılması güç bi kitap.Yazar kitaptaki şahısları psikolojik yönden ele almıştır.Sürükleyici bir kitaptır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Peyami Safa İstanbul’ da 1899 yılında doğdu. Dokuz yaşında iken sağ elinin ekleminde kemik hastalığının başlaması, on üç yaşında iken de hayatını kazanmak zorunda kalması yüzünden düzenli okul öğrenimi göremedi, kendi kendini yetiştirdi. “ Biri Yerli ve Kopanlıklar Kralı” adlı (1913) ve “ Üç Kardeş” adlı (1918) birer hikayelik iki küçük kitap çıkarıyor, Fagfur (1918) vb. gibi sanat dergilerinde hikaye çevirileri ve makaleleri yayımlanıyordu.Savaş sonunda, kardeşinin isteğiyle memurluktan ayrılıp basın hayatına atıldı. Çıkardıkları “ Yirminci Asır” adlı bir akşam gazetesinde “ Asrın Hikayeleri” genel başlığı adı altında halk için gazete hikayeleri yazdı. İlk otuz kırk tanesi imzasız yayımlanan bu hikayeler o zaman çok beğenildi; yazar devrin ileri gelen bazı sanatçıları ( Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Ömer Seyfettin vb.) tarafından teşvik edildi.O tarihten sonra yalnız gazetelerde çalıştı. Fıkra, makale ve roman yazarı olarak geniş bir üne ulaştı. Bu arada “ Kültür Haftası (1936) ve Türk Düşüncesi (1953-1960)” adlı iki de dergi çıkardı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında kendini Faşizm akımına kaptırdı; savaş sonrasında calıştığı parti gazetelerine göre ikide bir ağız değiştirerek siyasal bir dengesizlik içinde bocaladığı, genellikle gerici bir takım görüşlerin savunuculuğunu yaptı. Atatürkün sağlığında “ Türk İnkılabına Bakışlar(1938)” adlı bir kitap yazmışken Atatürkün ölümünden sonra devrin düşmanı bir yol tutu. 1961’ de İstanbul’ da öldü.

ESERLERİ:
Yalnızız, Fatih Harbiye, Şimşek, Bir Tereddütün Romanı, Sözde Kızlar, Mahşer.