Kitap Özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap Özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2008 Cumartesi

SODOM VE GOMORE-YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

Sodom Ve Gomore KİTABIN ADI: SODOM VE GOMORE

KİTABIN YAZARI: YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

YAYINEVİ VE ADRESİ: BİLGİ YAYINEVİ -SAKARYA CADDESİ NO:8 YENİŞEHİR/ANKARA

BASIM YILI: 1966

1.KİTABIN KONUSU: İşgal altında, başı boş gününü gün etmeye bakan bir şehrin, İstanbul’un öyküsüdür.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Olaylar İstanbul’da geçmektedir. İngiliz zabiti olan Captain Gerald Jackson Read yakın zamanda tanışmış olduğu Sami Bey’le samimiyetini artırmıştır. Onun evinde verilen davete katılır. Sami Bey’in kızı Leyla ile aralarında samimi bir münasebet vardır ve günden güne artmaktadır. Captain Gerald Jackson Read gösterişli ve güçlü birisidir.
Leyla’nın dayısının oğlu olan Necdet ayrıca Leyla’nın nişanlısıdır. Tahsilini Fransa ve Almanya’da yapmıtır. Bu yüzden kendisinde biraz İngiliz düşmanlığı vardır. Leyla ile Captain Gerald Jackson Read’in samimi münasebetlerinden biraz rahatsızdır. Leyla’ya karşı bu yüzden tavır takınır. Zaten sıksık aralarında böyle anlaşmazlık ve küskünlükler oluyordu. Necdet Leyla’dan mektup alır, yaptıklarının hatalı olduğunu fakat Captain’in tanınmışlığı nedeniyle onunla samimi olmasının ilgileri kendi üzerine çekeceğini düşünür.
Leyla ilerleyen günlerde bir gece Necdet’i odasında ziyaret eder. Necdet’in odasısın duvarları Leyla’nın resimleriyle kaplıdır, her her tarafta Leyla’dan bir hatıra vardır. Leyla hala Necdet’i sevmaektedir ve Necdet’i buna inandırır. Necdet Leyla’yı saçlarından tutarak öper, o gece araları düzelmiştir.
İlerleyen günlerde Leyla ile Captain at gezintilerine çıkarlar ayrıca Sami Bey’lere daha sık gelmektedir. Necdet bu olayları fark eder ve Leyla ikinci bir ziyaretle aralarını düzeltir.
Leyla gerek ailesi yüzünden gerekse Captain ile münasebetlerinden dolayı şımarmıştır. Bu da ona tepki gösterenlere yol açmaktadır. Bunlardan birisi de Nermin’dir. Nermin 18 yaşına girmiştir ve ilgilerin Leyla üzerinde olması onu kıskandırır. Birgün Nermin mektep arkadaşlarının birisinden Major Will’in Yeniköy’de yalı tuttuğunu öğrenir. Bir davet verecektir. Nermin davetliler arasında kendi ismini göremeyince kızar ve Major Willle konuşur, bir nevi ona hesap sorar. Major Will ise Leyla’yı davet ettiği için tatsızlık çıkmamasını ister ve bu yüzden Nermin’i davet etmediğini söyler. Bu konuşmadan sonra Nermin de davetliler arasına girer. Beklene gün gelir. Misafirler toplanmıştır ve Major Will yalısını tanıtmaya başlar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Leyla, Captain ve Necdet karanlığın içinden belirirler. Herkesin gözü onlardadır. Ama Necdet çok kötü haldedir, belli ki aralarında kötü olaylar olmuştur.
Major Will davet sonunda arabasız ve erkeksiz kadınları evlerine götürmek ister. Leyla Captainle, Azize Hanım Captain Marlowla, Madam Jimson da Major Willle evlerine gider. Yolda Major Will’in arabası bozulur, bu yolda geriye dönüş yoktur. Bu sırada Madam Jimsonla Captain Read konuşurlar. Madam Jimson Captain Read’e Leylayla olan münasebetinin hoş olmadığını söyler.
Gecede olan olaylardan Necdet Captain’i düelloya davet eden bir mektup yazar. Leyla bunu öğrenir ve Necdetle konuşur. Necdet Leyla’ya çok kızgındır. Daha sonra Leyla Captain’i ziyaret eder ve tarziye karşılığında Necdet’i affeder.
Captain Marlow Azize Hanım’ın eşi Atıf Beyle tanışırlar ve iyi ahbap olurlar. Atıf Bey onu eve davet eder. Azize Hanım Captain Marlowdan hoşlanır ve kendisine yaklaşmak için kocasıyla arkadaşlık kurduğunu zanneder, ama hiç de öyle değildir. Marlow ona yüz vermez. İlerleyen saatlerde evden ayrılırlar, Marlow’un evine giderler. Atıf Bey’in isteği üzerine o geceden sonra Marlow bıyıklarını tıraş eder. Ertesi gün Marlow Captain Readle karşılaşır. Captain Read onunla dertleşir ve Şehnaz Sultan’a aşık olduğunu anlatır. Şehnaz Sultan Major Will’in davetindeki gecede arbasının bozulduğu yerdeki sarayın sahibiydi.
Leyla kendi isminin Şehnaz Sultan ve Captain Readle anılmasına sevinir. Öte yandan Necdet olayları takip edemez sadece akışına bırakır.
Birgün Leylayla Necdet konuşmaya başlar, nişanlıdırlar. Leyla evlilik hakkında konuşur, Necdet ise nişanlı olduklarının bile farkında değildir açıkçası. Captainle olan münasebetinden dolayı soğumuştur.
Bu arada Madam Jimson’un eşi Mösyö Jimson ölür. Ölümü üzerine madam jimson kabuğuna çekilircesine biraz yalnız kalmıştır ve gençleşmiştir.
Öte yandan Leyla kendisine azalan ilgiden şikayetçidir ve ilgi toplamak için davet verirler evlerinde. Bu davette Leyla kötüleşir, sinir krizi geçirir. Davet bittikten sonra kötüleşir. Aradan zaman geçer Leyla’da değişen birşey yoktur. Sami Bey Dr. Jean Preda’yı çağırır ve doktor Leyla’yı kontrol eder ve sorunun kafada olduğunu söyler. Doktor Madam Jimson’u tanıyordur ve Leyla’nın durumunu Madam Jimson’a bildirir, bu sırada Madam Jimson’un yanına Captain Read gelir. Haberi öğrenir ve Leyla’yı ziyaret eder. Captain’a karşı iyi görünmek için ayağa kalkar hasta olamdığına inandırır, captain gittikten sonra yine kötüleşir. Bunun üzerine kısa bir süre için yurt dışına tedaviye gider, Leyla. Döndüğünde ise İstanbul çok değişmiş olarak gelir gözüne.
Necdetle bir akşam davette karşılaşırlar. Leyla Necdet’e yaklaşmaya çalışır ama Necdet yüz vermez. Leyla’nın ısrarlarına dayanamayarak daveti beraber terkederler. Necdet’in evine gitmek ister ve odasını görmek ister. Fakat Necdet odasının artık değiştiğini söyler, Leyla’dan eser kalmamıştır O’nun için. Bunun üzerine Leyla Necdet’ten kendisini evine götürmesini ister. Necdet bu teklifi kabul eder, eve gelince Leyla Necdet’i içeriye davet eder fakat Necdet girmez. Kısa bir konuşmadan sonra Necdet Leyla’i öper ve oradan ayrılır.

3.KİTABIN ANA FİKRİ: Asla kişilikle ilgili sorunlar ortaya çıkarmamalıyız.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
LEYLA: İlginin üzerinde olmasını isteyen bazı karmaşık duyguları olan, Necdet ve Captain Gerald Jackson Read arasında kalan bir sosyete kızıdır. Güzelliği ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Olayın asıl kahramanlarındandır.
NECDET: Leyla’nın dayısının oğludur ayrıca onun nişanlısıdır. Tahsilinin bir kısmını Fransa’da, bir kısmını da Almanya’da yapmıştır. Ayrıca Necdet’te İngiliz düşmanlığı vardır.
CAPTAİN GERALD JACKSON READ: İngiliz subayıdır. Zaman içinde Türk kızlarıyla ilişkiye girmiştir.
CAPTAİN MARLOW: Captain Gerald Jackson Read’in çocukluk yıllarından beri tanıdığı yakın bir arkadaşıdır.
MAJOR WİLL: Bir İngiliz subayıdır. Kadınlardan hoşlanan ve çoğu davetlerde Türkleri kendine hayran bırakmaya çalışan birisidir.
MADAM JİMSON: Güzelliğiyle Beyoğlu’da ilgi gören güzel bir kadındır. Captain Gerald Jackson Read’in ilk göz ağrısıdır.
DR. JEAN PREDA: Tanınmış bir sinir hekimidir.

HANDAN-HALİDE EDİP ADIVAR

KİTABIN ADI : HANDAN
KİTABIN YAZARI : HALİDE EDİP ADIVAR
YAYIN EVİ VE ADRESİ: ATLAS KİTABEVİ – NARLIBAHÇE SOKAK 9 NO:1
CAĞALOĞLU/İSTANBUL
BASIM YILI : NİSAN1995

1 .KİTABIN KONUSU : Roman; alafranga kültürle yetişmiş olan Handan’la, Handan’ın teyzesinin kızıyla evli ve iki çocuk babası Refik Cemal’in kısa sürelik “yasak aşkını” anlatıyor.

2 .ROMANIN ÖZETİ :
Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızının kızı Nerimanla tanışırlar. Bu ilk tanışma devrelerinde, Neriman Refik Cemal’e sık sık Handan ismini telaffuz etmektedir. Handan ve Neriman teyze kızlarıdır. Neriman Handandan bahsedrken kültürlü,bilgili ve güzel gibi hep iyi sıfatlar kullanır; ancak Handan kocasıyla birlikte yurt dışında olduğundan, Refik Cemal Onu cismen tanıma fırsatı bulamaz.
Refik Cemal uzunca bir aradan sonra arkadaşı Server’e yazdığı mektupta, birkaç aylık mutlu ama biraz da tekdüze evliliğini yazar. Rahatı yerindedir, karısını çok sever ve birlikte iyi anlaşırlar. İşte süregelen mutluluklarının nedenleri bunalrdır. Ona Nerimandan ve alışkanlıklarından da söz eder.
Fakat, Refik Cemal’in bu mutlu tablosuna kısa bir süre sonra karaltılar sıçrar. Hariciyeden bir mümeyyiz onu çağırarak, o sıralar kendisinin araştırılmakta ve şüphe altında olduğunu, güvenliği için bir vesileyle yurt dışına gitmesini söyler. Bu sırada Neriman 7-8 aylık hamiledir. Refik Cemal ilkin Neriman’I öylece bırakıp gitmek istemese de, sonradan işler rayına oturunca onu da yanına almak çözümünü üreterek yurttan ayrılır ve Fransa’ya gider. Fransa’da daha önce kendisinden övgü dolu sözlerle bahsedilen Handanla, Nötre Dam Kilisesi’nde karşılaşırlar. Burada hem Handanı, hem de Handanın kocası Hüsnü Paşayı yakinen tanıma fırsatı olur.
Evliliklerinin ilk zamanlarında Handanın geçmişi hakkında pek konuşmayan Neriman, Refik Cemal’in isteği üzerine, ona bir mektupta Handanın geçmişiyle ilgili her şeyi anlatır:
Neriman, altı yaşından itibaren teyzesinin yanında kalmaya başlar. Handan, daha önce de belirtildiği gibi Neriman’la teyze kızlarıdır. Belli bir yaşa gelinceye kadar özel hocalardan birlikte ders alırlar; ancak Nertiman’ın ilgi alanı müziği pek aşmazken, Handan’da bitmek tükenmek bilmeyen bir öğrenme arzusu vardır. On altı yaşındayken ona, Refik Cemal ve Serverin de o zamanlar yakın dostu olan Nazım isimli özel bir hoca tutarlar. Nazım, bazı ufak hayaller peşinde koşup düzene ters işler yaptığı için padişah yönetimi tarafından aranan bir isimdir. Aynı zamanda sanat, felsefe, sosyoloji gibi alanlarda da geniş bir bilgiye sahiptir. Nazımın bu aileyle tanışıklığı, babası Selim Beyin Cemal Beyle olan dostluğundan kaynaklanmaktadır.
Nazım uzun zaman Handana çeşitli konularda ders verdikten sonra, bir gün hayallerindeki amaç için onunla evlenmek istediğini söyler ve bu uğurda en uygun kadının kendisi olduğunu belirtir. Handan böyle bir teklifi ummaktadır; ancak onun beklentileri daha kalpten ve kişiseldir; sadce ikisiyle alakalı bir aşk düşünmektedir. O nedenle bu teklifi düşünmek için Nazımdan süre ister ve bu süre içinde Hüsnü Paşa diye birisinin daha sıcak bir teklifini alır. Süre dolduğunda Nazım’a Hüsnü Paşanın teklifini kabu ettiğini ve kendisiyle evlenemeyeceğini söyler. O günden sonra Nazım artık derse de gelmez ve kısa vir süre sonra da yurt dışına kaçmak üzereyken yakalanarak sürgüne gönderilmek üzere hapse atılır. Hapiste iken Handana, hayatının onsuz hiçbir şeye değmeyeceğini ve yüce ideallerini de gerçekleştiremeyeceğini belirten bir mektup bırakarak,kendini asmak suretiyle, intihar eder. Handansa Hüsnü Paşayla evliliğini müteakip onunla birlikte Fransaya gider.
İşte Neriman’la Refik Cemal’in evliliği bu döneme rastlar. Refik Cemal, yurt dışına gittikten sonra orada bir ev tutar ve bir müddet sonra karısı Neriman da, doğumunun ardından çocuğuyla beraber kocasının yanına gelir.
Bu sıralarda, Handan için artık hiç durmayacak çileler kervanı yola çıkmıştır. Çünkü Hüsnü Paşa, birkaç yıllık bu taze evliliğe şimdiden mezar kazmış ve onu oraya atarak üzerine toprak serpmeye başlamıştır. Artık Handan’dan bile gizlemeden metreslerle düşüp kalkmaya başlamıştır. Ancak Handan bunlara rağmen kocasına karşı taassupkar bir bağlılık gösterir. Sık sık ağız dalaşı yapsalar da ihanet hep Hüsnü Paşayla muhabbettedir. Evliliklerinin yedinci yılında, Hüdnü Paşa zaten sallanmakta olan bu ağacın köküne bir balta indirir gibi, birkaç aylığına Handan’I evde bırakarak başka bir yere, başka bir metresle beraber gider. Bununla birlikte, bir yanda koca bir ağaç kökünden çatırdarken; kocasının yokluğunda Neriman’la Refik Cemal’in evinde misafir olmayı kabul eden Handan’la Refik Cemalin arasında , toprağın altında çimlenen bir tohum gibi, kendilerine bile görünmeden yeni bir aşk filizlenmektedir;ikisi de eşelerini her şeye rağmen seviyorken ve onlara bağlılarken…
Hüsnü Paşa gittiği yerden belirttiği zamanda dönmez ve Handanın kocasına sadakat nağmeleri yollayan habercilerini hep eli boş gönderir. Bu ümitsizlikle Handan menenjit olur ve ölümden döner;ancak ruhunu değilse de, hafızasını ölüm çizgisinde unutarak…
Refik Cemal, Hüsnü Paşaya arkadaşı Serverle durumu bizzat bildirse de Hüsnü Paşa umursamaz ve karısının yanına gelmez. Bu arada Handanı tedavi eden doktor da, Handanın bir süre için tüm kötü anılarından uzak sakin bir yere götürülmesini ister. Handan hastalığın pençesinde can çekiştiği sıralarda hamile olan Neriman da, bir kız çocuğu dünyaya getirerek ikinci kez anne olmanın mutluluğunu tatmıştır. Refik Cemal Handanı başka bir yere seyahate götürecektir; ancak beraberinde karısı ve iki çocuğunu da götürmesi bütçesini aşacağından ve onları da yalnız bırakamayacağından Neriman çocuklarla beraber İstanbula döner. Ayrıca Handan’ın birçok masrafını da babası Cemal Bey evini satarak karşılamıştır.
Handan, Refik Cemal ve bir hastabakıcı, İngilterede sakin ve doğal güzelliğe sahip bir kasabaya giderler ve orada bir ev tutarlar. Zamanında başının üstündeki kocaman taşı kaldıramayıp toprağın altında sessiz sakin bekleyen aşk tohumları, bu yumuşak ve engelsiz ortamda yavaş yavaş gün yüzüne doğru filiz vermeye başlar.
Handan, şuursuzluğun, kendini bilmezliğin verdiği rahatlıkla Refik Cemali sever; Refik Cemal de her şeyini unutup hiçe sayarak Handanı. Bu sırada Handan’ın geçmişi yavaş yavaş, sağanak yağmurlardan sonra çekilen bulutların arasından sızan güneş gibi benliğinin yüzünü aydınlatmaya başlar. Refik Cemal, Handan’daki her değişmeyi, gelişmeyi doktoruna yazmaktadır. Doktor her şey gün yüzüne çıkmadan onu hastaneye yatırılmasını ve Refik Cemal’in de yanında olmamasını ister. Bu ona büyük bir acı verir; çünkü benliğini kaybetmiş Handan, tamamen kendini Refik Cemal’e bırakmış Handandır; her şeyiyle onundur. Bu durumun değişmesini istemese de, doktorun isteğini yerine getirir. Handan hastanede kısa sürede, geçmişini bıraktığı ölüm çizgisinden alır getirir; ancak aradan fazla zaman geçmeden, aynı çizgiyi bu defa her şeyiyle aşarak kaybolur.
Geride bıraktığıysa, Refik Cemali seven kalbi saniye saniye vuran, Neriman’a karşı bir türlü susturamadığı vicdanının yankılarıyla beraber, Refik Cemal’e sahibiyetinden doğan öfkesini kusan, bir zamanlar onun olmadığı için canına nokta koyan Nazım’a katşı pişmanlığını, yaptığı her şeye rağmen kocasını bağışladığını, ihtiyar babasının tabutu üzerinde döktüğü gözyaşlarının önceden izlediği sahneleri ve kendince büyük suçlar işlemiş benliğinin çırpınan cismini yansıtan sayfalardır.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Kitap, bir aşk romanı olmasına karşın, anlattığı olaylara bakılınca daha çok insanların seçim yaparken –hangi konuda olursa olsun- daha dikkatli olmasının gerekliliğini ve ikili ilşkilerinde, kişilere bağlı olarak gerekli ölçüleri koyabilmesinin önemini vurguluyor.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

HANDAN: Çıkılmaz bir aşk üçgenine girmiş ve bu üçgende benliğini kaybetmiş ve en sonunda da acıklı bir şekilde yaşamı sona ermiş bir kadın. Önce Nazım, ardından Hüsnü Paşa ve en son Refik Cemal’e karşı beslediği duygular ve hepsinin ardından gelen pişmanlıklar.

REFİK CEMAL: Mutlu bir evlilik sürdürdüğü Nerimanla, sonradan kopan Handan fırtınasında savrulan bir erkek. Onu seven hafızasız bir Handan olsa da, o bundan memnundur; çünkü böylece O, kendisine daha yakındır, Ona daha kolay bağlanmaktadır; ancak sonraları kopan bu aşk fırtınası, Handan’ın ölümüyle erken bitmiştir.

NERİMAN: Refik Cemalin karısı, Handanın teyzesinin kızı. Handanı hep beğenmiş, Ona hep övgüyle yaklaşmıştır. Bir yandan Handanın yaşadığı acıları paylaşan vefalı bir dost, bir yandan da kocasını çok seven sadık bir eş. Duygusal gelişmelerdense habersiz.

HÜSNÜ PAŞA: Handanın kocası. Zevk düşkünü birisi. Zamanla karısını, göstere göstere metreslerle aldatan aşağılık denebilecek duygusuz bir insan. Karısı sıfatını taşıyan Handanın ağır hastalığında bile yanında bulunmadı.

NAZIM: Aykırı hayaller peşinde koşan ve bu nedenle yönetim tarafından aranan yasaklı bir isim. Handanın özel öğretmenliğini yaptığı sırada, sunduğu evlilik teklifine karşılık alamayıp, yurt dışına kaçarken yakalanan ve hapishanede intihar eden yalnız bir zavallı.

SERVER: Refik Cemalin yakın arkadaşı. Birçok konumda arabulucu rolünde.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitap, keyifli zaman geçirmek isteyen insanlar için ideal. Yalnız ele aldığı konu bakımından biraz fazla klasik bir eser. Aşk romanı meraklılarının ilgisini çekecek nitelikte.

ARABA SEVDASI-RECAİZADE MAHMUT EKREM

Kitabın Adı : ARABA SEVDASI

Kitabın Yazarı : Recaizade Mahmut EKREM

Yayın Evi – Adresi : İnkılap Kitabevi – Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş. Ankara Cad. 95, İSTANBUL

Kitabın Konusu : Bir görüşte aşık olan Fransız hayranı savurgan bir şahsın, kendi kendine gelin-güvey olarak yaşadıklarını anlatmaktadır.

1- KİTABIN ÖZETİ :
Bihruz Bey zamanındaki İstanbul’da yaşayan, pek şık giyinmesini seven ve validesinin yardımıyla geçinen, kibirli ve kendini dekolte gören, genç bir beydir. Her yıl olduğu gibi, baharın gelmesiyle Bihruz Bey’in de içi hoş olur ve sık sık gezintilere çıkar. Bir gün gelir ve lando diye tabir edilen ve bir o kadar da şık olan sarı renkli at arabasına biner. Arabasından indiğinde güzel bir lando daha gelir ve içerisinden iki hanım iner. Biri Periveş adında güzel, yirmi yaşlarında, sarışın bir hanım ve diğeride Bihruz Bey’in sarışın hanımın hizmetkarı sandığı yaşlıca bir kadındır. Bihruz Bey, blond diye tabir ettiği sarışın hanıma gönlünü kaptırır. Bu hanımların arakalarından yürür ve hanımların bu yere bir sonraki Cuma geleceklerini öğrense de gelecekleri saati öğrenmek nasip olmaz. Bir anda Keyfi Bey’in çıkması ile Periveş hanım hızlıca kaçar ve Bihruz Bey her ne kadar takip etmeye çalışsa da izini kaybeder. O günden sonra bu sarışın güzel, Bihruz Bey’in aklından hiç çıkmaz.
Bihruz Bey sarışın hanım için bir mektup ve alıntı bir şiir yazıp, gönderir. Fakat daha sonra şiirde anlamını bilmediği bir sözcüğün, ona değil de sarışın yerine esmere hitap ettiğini öğrenince kahrolur. Bu sırada borçlarının kabarması üzerine paraya ihtiyaç duymaktatır. Bu yüzden köşkü satmayı düşünse de validesi buna izin vermemektedir. Keyfi Bey ile konuşurken Keyfi Bey’in yalandan söylediği sarışın güzelin (blondun) öldüğü haberini alır. Bunun üzerine Bihruz Bey sanki çok büyük bir aşk yaşamışlar gibi kendini kahreder, günlerce ağlar.
Daha yeni kendine geldiği anda dışarı gezintiye çıkmıştır. Üsküdar vapuruna yaklaşır fakat onu kaçırır. Vapur henüz iskeleden ayrıldığı anda Periveş hanımın vapurda oturduğunu görür. Bir anda büyük bir heyecana kapılır ve sevinçten gözleri ışıldar. Keyfi Bey’in yalanını suratına çarpmak hevesiyle Keyfi Bey’in yanına gider fakat Keyfi Bey ikinci bir yalanla o gördüğü kişinin Periveş hanım olmadığını ve ona çok benzeyen bir çalışanı olduğunu söyler. Bunu üzerine Bihruz Bey tekrar yıkılır. Bu esnada alıcaklılar Bihruz Bey’i sıkıştırmaktadır.
Bihruz Bey’in arabacısı olan Andon bir gün Bihruz Bey’in emri üzerine onu bekler ve Bihruz Bey’in geri dönmemesi üzerine köşke doğru yola koyulur. Bu esnada arabayı çizdirerek ufak bir kaza yapar. Bundan Bihruz Bey’in haberi olmadan kurtulmak amacıyla arabayı tamir fabrikasına götürür. Fabrikasında Bihruz Bey’in arabasını gören Kondaraki, onca uyarılara rağmen Bihruz Bey’in borcunu ödememesi üzerine arabaya ve hayvanlara el koyar. Bunun üzerine Andon çaresiz köşke gider ve olanları Bihruz Bey’e anlatınca işten kovulur. Kondaraki daha sonra Bihruz Bey’e nisbet olurcasına Andon’u işe alır.
Bihruz Bey validesinin isteği üzerine İstanbul’dan ayrılmayı düşünürken bir yıl daha burda geçirmeye karar verir. Bu esnada Müsyü Piyer ara sıra gelmekte ve beraber çalışmaktadırlar. Bir gün Bihruz Bey çarşıda gezerken o sarışını tekrar görür ve blondunun çalışanı olarak sandığından aşık olduğu sarışın kadının mezarını öğrenmek maksadıyla hanımın peşine koyulur. Ara bir sokaktan geçerken nazik bir şekilde durumu izah eder. Sonra da aşık olduğu o sarışın hanımın aslında o çalışan kadın olduğunu ve o gün geldikleri güzel arabayı kiraladıklarını diyer bir tabir ile zengin olmadıklarını öğrenir. Bunun üzerine yalan aşkından dolayı Bihruz Bey bir daha yıkılır. Sarışın hanım da alay ederek yoluna devam eder.

2- KİTABIN ANAFİKRİ :
Bu eserden dış görünüşün insanı yanıltabileceği ve dış görünüşe fazla aldanılmaması gerektiği yargısı çıkarılmaktadır. Bunun yanında insanın olayları kendi istediği gibi agılamayıp gerçeği görmesinin gerektiği, o zamanlarda görülen ve yabancı hayranlığından kaynaklanan Fransızca ile karışık bir dil kullanma durumunun kişilerin anlaşmasında zorluklar yarattığı ve önyargılı davranışların insanı ne derece hataya sürüklediği anlatılmaktadır.

3- KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Bihruz Bey: Şık görünmeyi seven, valide parasını yiyen tutarsız ve savurgan bir gençtir. İnsanların dış görünümüne önem verir. Kendi kendine gelin ve güvey olur. Olayları işine geldiği şekilde algılar. Umursamaz ve düşüncesiz bir karaktere sahiptir. Gittiği heryerde tanıştığı her insanla Fransızca konuşarak tiraj yapmaya çalışır.
Periveş Hanım (blond): Bihruz Beyin zengin bir hanım sanıp, gönlünü kaptırdığı kişidir. Gerçekte zengin değildir. Alaycı bir karaktere sahiptir. Sarışın, yirmi yaşlarında, orta boylu ve güzel bir kızdır.
Keşfi Bey: Bihruz Bey’e yalan söylemiştir. Şakacı bir yapısı vardır.
Mişel: Bihruz Bey’in hizmetkarıdır. Her zaman kibar görünür ve Bihruz Bey gibi Fransızca ile karışık bir dil konuşur.
Andon: Bihruz Bey’in arabacısıdır. Bihruz Bey’in sarı renkli şık arabasını verilen emirler doğrultusunda kullanır. Bihruz Bey’den oldukça korkar.
Müsyü Piyer: Bihruz Bey’e öğretmenlik yapan, ona kitaplar getirip, okuyan orta halli bir profesördür. Geçimini biraz da Bihruz Bey’in yardımıyla sağlar.
Kondaraki: Araba tamir fabrikasının müdürüdür. Bihruz Bey’in arabasını pek beyenmiş ve göz koymuştur.

4- KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap yazılan ilk realist roman olmasına rağmen okuyucuyu dili yönünden zorlamaktadır. Kitapta yabancı hayranlığı, dış görünüşe önem verme, maddiyatçılık, önyargılı davranma vb. gibi toplumda o zamanlarda sık görünen sorunlar ele alınmıştır.

5- YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ :
Recaizade Mahmut EKREM; “Araba Sevdası” romanıyla Türk roman tarihimizde, romantizmden realizme geçen ilk romancımız ünvanını kazanır. Tanzimat edebiyatımızın en önemli şairleri ve yazarları arasındadır. İsatnbul’da Vaniköy’de doğdu (1 Mart 1847), Takvimhane Nazırı Recai Efendinin oğludur. İlk öğrenmini, zamanın bilim ve sanat adamlarından olan, babasından aldı. Beyzıt Rüştüyesi’nde Harbiye İdadisi’nde okudu. Hariciye nezareti Mektubi Kalemine memur olarak girdi (1862). Fransızcasını iyice geliştirdi. Namık Kemal’le tanıştı; eski şiirden vazgeçip Batı edebiyatına yöneldi. “Tasvir-i Efkar” gazetesine yazmıya başladı. Namık Kemal Avrupa’ya kaçarken gazatenin idaresini ona bıraktı (1867). Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu (1877); Mekteb-i Mülkiye’de, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) de edebiyat öğretmenliği yaptı (1880-1887) ve Maarif Nazırlığında bulundu (1908). Ayan Meclisi’ne (Senatoya) seçildikten bir süre sonra öldü (31 Ocak); vasiyeti üzerine, Küçüksu’da oğlu Nijad’ın yanına gömüldü (1914).
Reacaizade Mahmut Ekrem; şiir, eleştiri, hatıra, çeviri, inceleme, hikaye, roman, tiyatro alanında 25’i aşkın eser vermiştir. En tanınmışları: Afife Anjelik (piyes, 1870); Yadigar-ı Şebap (Gençlik Hatırası, şiirler, 1872); Atala (çeviri roman, 1872); Vuslat-yahut-süreksiz Sevinç (piyes, 1875); Talim-I Edebiyat (edebiyat bilgileri, 1879); Zemzeme (şiirler, 3 cilt, 1882-85); Takdir-i “Elhan” (eleştiri, 1886); Muhsin Bey (hikaye, 1890); Pejmürde (şiirler, 1893); Şemsa (hikaye, 1893); Araba Sevdası (roman, 1896); Nijat Ekrem (mensur, manzum şiirler, anılar, 1911); Çok Bilen Çok Yanılır (piyes, 1914).

PEYAMİ SAFA-MAHŞER

KİTABIN ADI :MAHŞER
KİTABIN YAZARI :PEYAMİ SAFA
YAYIN EVİ :ÖTÜKEN
BASIM YILI :1973
SAYFA SAYISI :296

1.KİTABIN KONUSU:
Nihad’ın Muazzez’e aşkını ve düşündüğü İstanbul’un nasıl değiştigini ,devletin ne kadar kötü duruma düştüğünü anlatıyor.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Nihad vapurla İstanbul’a gelir.Çanakkale Savaşından daha yeni çıkmıştır ve uzun zamandır İstanbul’u görmüyordu.İlk olarak arkadaşı Faik’in yanına gitti.Daha sonra iş aramaya başladı.Bir gün Seniha Hanımla karşılaştı. Seniha onu evine davet etti.
Ertesi gün Seniha’nın yaşadığı eve gitti.Orada Muazzez ile tanıştı. Seniha Nihad’dan kızına öğretmenlik yapmasını ve onun bir kaç mektubunu kaydetmesini istiyordu. Nihad bu işi hemen kabul etti.Daha sonra Muazzez ile balkona çıktılar.İçerideki odada Seniha’yı ve Alaaddin Beğ’i gördüler.Aralarında kötü işler hakkında konuşuyorlardı.Bunları Nihad ve Muazzez duydular. Nihad çok şaşırmıştı.Çünkü o yıllardır bu insanlar için savaşmıştı.Muazzez ile bu konuları konuşmak için buluşma kararı aldılar.
Bir kaç gün sonra Nihad’la Muazzez buluştular.Seniha ve kocası Mahir Beğ’in yaptıklarını anlatıyordu.İkisinin ne kadar sahtekar insanlar olduklarını , Seniha’nın vücudunu kullanarak erkekleri nasıl kandırdığını ve daha sonra onları nasıl kullandığını anlatıyordu.Onlar bunlarla da kalmayıp Muazzez’in annesinin apartmanını dalavere ile almışlardı.. Nihad bunları duyunca şok olmuştu.
Nihad çalışmak için apartmana gitti. ilk iş olarak mektupları kaydetmeye başladı.Mektuplar hep sahtekarlıkları anlatıyordu. Bunları kaydetmeye mecburdu çünkü zar zor bir iş bulmuştu ve Muazzez’i görmek için başka çare yoktu.
Bir gün dolaşmaya çıktı ve sokakta Alaaddin Beğin gazetesinde çalışan hikaye yazarı Kerim Beğ ile karşılaştı.Biraz muhabbet ettiler. Nihad ona Mahir Beğleri ve çevirdikleri dalavereyi anlatıyordu.
Nihad iyice Muazzez’e alışmıştı.O da tabiki ona alışmıştı.Ama arada bir sorun vardı Muazzez’i Alaaddin Beğ İle evlendirmeyi düşünüyorlardı.Fakat bunu Muazzez istemiyordu.İlk başlarda Seniha Hanım’da buna izin vermiyordu ama Nihad ile Muazzez arasında bir yakınlaşma olduğunu anlayınca oda bunu kabul etti.
Bir gün yine dolaşırken Kerim Beğle karşılaştı.Ona olan biteni anlattı. Kerim Beğ ona kızı apartmandan kaçırmasını söyledi.Ama bunu Nihad hiç düşünmüyordu çünkü kendi karnını bile Seniha ’nın verdiği bir kaç kuruşla doyuruyordu.Ama aklında bu fikir kaldı ve bunu Muazzez’e açmayı düşündü.

Bir zaman sonra Muazzez ile konuşurken konuyu ona anlattı. Muazzez bu fikri biraz yadırgadıysa da eğer zor durumda kalırsa onunla beraber kaçabilecegini söyledi.
Bir akşam eğlencesinde mebus kendini kaybetti ve Muazzez’e saldırdı.O da Nihad‘dan yardım istedi. Nihad mebusu engelledi.Bunun üzerine Seniha ve Mahir Nihad’I evlerinden kovdu.Muazzez ’de bu saldırılara katlanamayacagını ve kaçmak için Nihad’ın dışarda beklemesini istedi.O akşam ikisi beraberce apartmandan kaçtılar.Birlikte Nihad ’ın arkadaşı Faik’in yanına gittiler ve bir kaç gün orda kaldılar.Bu zamanda Nihad bir ev aramaya Muazzez ise iki üç ev eşyası almaya başladı. Bir süre sonra Nihad Muazzez’i arkadaşları Haldun, Necdet ve Nail ile tanıştırdı .
Nihad ile Muazzez birlikte bir eve taşındılar. Nihad iş arıyordu fakat İstanbul’da iş bulamıyordu. Ay başı yaklaşmıştı ve ev sahibi Emine Hanım birkaç gün sonra kirayı almak için gelecekti. Nihat bunun için Faik’ten borç istemeye gitti ama onda da metelik yoktu. Kahveye uğradılar ve orada Rıza’yla karşılaştılar. Rıza bir aktördü ama artık geçimini dalavere ile sağlıyordu. Nihad’a biraz para verdi ve tiyarosunda suflör olarak çalışmasını istedi,oda kabul etti
Nihad tiyatroda işe başlamaya gitti ama ortalarda kimseler yoktu. Rıza’yla birkaç kişi tiyatroya geldiler. Tiyatro hiçbirinin umrunda değildi. Daha bir prova bile yapmamışlardı. Ertesi gün tiyatro sahneleniyordu.Nihad bir kutuya girdi ve oyunculara rollerini okuyordu.Ama hiç biri birşey anlamadıgı ve duymadıgı için komik bir durum oluşuyordu.Nihad kutunun içinden yere düştü ve kaçar gibi orayı terketti.Rezil olmuştu.
Nihad bundan sonra çok degişti.Dünya’ya lanet etmeye ve Devlet’in bu gidişatına dur demeye kararlıydı.Bunun için ihtilal yapmayı düşünüyordu.Kendi gibi düşünenlerle toplantılar yapmaya başlamıştı.Bu durum Muazzez’in hiçte hoşuna gitmiyordu.Nihad bir yandanda mebusun gazetesi için Kerim Beğin aracılığıyla eserler çeviriyordu.
Bir gün Nihad ile Muazzez tartışmaya başladılar.Muazzez Seniha’yı görmek istiyordu ama Nihad buna izin vermiyordu.Muazzez çok ısrar etmesine rağmen Nihad’ı bir türlü kandıramıyordu.Ertesi gün Muazzez hastalandı.Nihad onun yanından hiç ayrılmıyordu.Akşam olunca kapı çalındı.Dışarda bir zabit Nihad’ı karakola götürmek istiyordu.Nihad ne oldugunu anlamadan zabitle beraber karakola gitti.Devlet hakkında kötü söz söylemekten üç gün içeride yattı.Daha sonra doğru Muazzez’in yanına gitti.O hala yaşıyordu ve Muazzez apartmana gitmek istedigini söylüyordu.Nihad yine kabul etmiyordu.
Ertesi gün Nihad uyandıgında Muazzez’in apartmana gittigini öğrendi.Üç gün geçti .Muazzez eve döndü ve Nihad ile konuşmaya çalıştı fakat Nihad hiç yanıt vermiyordu.En sonunda Muaazzez dayanamıyarak evden çıkıp gitti.
Nihad mahalleden başka bir yere taşındı.Nişantaşında Şükriye adında bir kadının evinde kalmaya başladı.Kimseyle konuşmuyordu.Herkes onu merak ediyordu.Bir gün ev sahibi dayanamayıp Nihad’a ne oldugunu sordu.Oda olan biteni anlattı.Kadın bu duruma çok üzüldü,yardım etmeyi çok istiyordu ama elinden bir şey gelmezdi.
Bir süre sonra Nihad Muazzez’in yanına gitti ama onu bulamadı.Aklında intihar etme fikri yatıyordu çünkü dünyadan bıkmıştı.En sonunda ayaklarını bağlayarak kendini denize attı.Ama tekrar yaşamayı seçti.Denizden karaya çıktı ve doğru Kerim Beğ’i görmek için apartmana gitti.Ordanda Kerim ile beraber Kerim’in evine gittiler.Kerim ona güzel bir iş bulmuştu ve Muazzez’in onu aradıgını söylüyordu.Bunun üzerine ikisi beraber direk Muazzez’in yanına gittiler.
Muazzez ile Nihad barıştılar.Nihad Muazzez’i intihar etmek istediği yere götürdü ve ayagına bağladıgı kemeri ona gösterdi.Muazzez çok şaşırmıştı ama Nihad bunları gerçekten yapmıştı.İkisi birlikte ufka baktılar ve hayat onlar için yeni başlıyordu.
3.KİTABIN ANAFİKRİ:
İnsan ne kadar kötü duruma düşerse düşsün hayatından bezmemeli,aşkını.sevgisini kaybetmeyip sabretmelidir.
4.OLAYIN KAHRAMANLARI:
NİHAD:Çanakkale’de savaşmıs yirmialta yaşında dürüst ,hayatını kendıi emeğiyle kazanmaya çalışan romanın asıl kahramanıdır.
MUAZZEZ:Genç ve güzel ,iyi bir aile terbiyesi almış ,insanları seven ve onlara değer veren namuslu bir kızdır.
SENİHA HANIM:Bir kaç kez evlenip boşanmış en sonunda kendi gibi sahtekar biriyle evlenmiş,zeki, işten pazarlıklı bir kadın.
MAHİR BEY:Seniha’nın kocasıdır.Tüccardır ama gelirinin çogunu devleti soyarak karşılayan namussuz bir kişidir.
ALAADDIN BEY:Mebus ve ayrıca bir gazetenin sahibidir.Seniha’nın etkisinde kalan dalavereci bir şahıstır.
FAİK:Nihad’ın en yakın arkadaşıdır.İyi ve her zaman yardım sever biri olarak romanda görülür.
EMİNE HANIM.Faizci,sadece paraya deger veren , beş para etmez bir kadındır.
ŞÜKRİYE HANIM:Nihad’ın ev sahipliğini yapmış,ihtiyar ve oldukça iyi bir kadındır.

5.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

Peyami Safa

(1899- 15 Haziran 1961): Yazar. İstanbul’da doğdu. Meşhur şair İsmail Safa’nın oğludur. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. İstanbul’da öldü.

Romanları: Gençliğimiz (1922), Şimşek (1923), Sözde Kızlar (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925), Canan (1925), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Fatih-Harbiye (1931), Atilla (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noralya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1959). Hikâyeleri: Hikâyeler (Halil Açıkgöz derledi, 1980). Oyunu: Gün Doğuyor (1932). İnceleme- denemeleri: Türk İnkılâbına Bakışlar (1938), Büyük Avrupa Anketi (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Mistisizm (1961), Nasyonalizm (1961), Sosyalizm (1961), Doğu-Batı Sentezi (1963), Sanat- Edebiyat-Tenkid (1970), Osmanlıca-Türkçe- Uydurmaca (1970), Sosyalizm-Marksizim- Komünizm (1971), Din-İnkılâp-İrtica (1971), Kadın-Aşk-Aile (1973), Yazarlar-Sanatçılar- Meşhurlar (1976), Eğitim-Gençlik-Üniversite (1976), 20. Asır- Avrupa ve Biz (1976). Ders Kitapları: Cumhuriyet Mekteplerine Millet Alfabesi (1929), Cumhuriyet Mekteplerine Alfabe (1929), Cumhuriyet Mekteplerine Kıraat (I-IV, 1929), Yeni Talebe Mektupları (1930), Büyük Mektup Nümuneleri (1932), Türk Grameri (1941), Dil Bilgisi (1942), Fransız Grameri (1942), Türkçe İzahlı Fransız Grameri (1948).

DUDAKTAN KALBE-REŞAT NURİ GÜNTEKİN

KİTBIN ADI : DUDAKTAN KALBE
KİTABIN YAZARI : REŞAT NURİ GUNTEKİN
YAYIM EVİ : İNKİLAP ve AKA KİTABEVLERİ KOLL. ŞTİ.
ADRESİ : ANKARA CAD. NO:95-İSTANBUL
BASIM YILI :ON DÖRDÜNCÜ BASIM,1987

KİTABIN KONUSU : Kitapta kemanist olan Kenan’ın yaşadığı aşklar ve bu aşkların kendi iç dünyasında uyandırdığı bazı duygulardan bahsediliyor.Sadece Kenanın değil aşk yaşadıgı bayanlardan da uzun uzun bahsediliyor.Aşkın kişilerin duygu ve düşüncelerinde nekadar etkili oldugunu kendisine bu kitap ana fikir olarak almış.

KİTABIN ÖZETİ: Kitabımızın kahramanı Kenan hayata tamamen bahtsız olarak başlayan ve cevresindeki birçok çocuktan farklı karaktere sahip bir şahsiyettir.Onun şanssızlığı annesinin ;ailesinin bütün baskılarına karşın; etrafınca serseri olarak nitelendirilen bir adamla evlenmesiyle başlamıştır. Kenan’ın annesi tarafı aslında zengin olarak nitelendirilebilecek bir ailedir.Annesinin ,babasıyla evlenmesinin ardından anne tarafı onu mal varlığından men etmiştir.Zaten bu durum da ilerde onara problem teşkil edecek bir durum olacaktır.Zaman ilerler ve Kenan’ın babası marifetini gösterir ve hapishaneye düşer.Artık Kenen ve ailesi tarafından dışlanmış olan annesi Melek Hanım yalnızlardır.Artık geçim sıkıntısı baş göstermiş daha doğrusu iyice artmış durumdadır.Yapacak birşeyin kalmadığını anlayan annesi ailesinden yardım ister .Ancak ailesinin de durumu eskisi gibi pek parlak değildir.Lakin annesinin ağabeyi Saip Paşa’nın durumu iyi denilebilecek seviyededir.Ve ağabeyi onları yanına kabul eder.Ama bunun anlamı onları şevkatle değil bilakis kan bağından dolayı kabul etmiştir. Ona göre Kenan en geç üç seneye kadar babasıyla aynı akıbeti paylaşacaktır.Onu tamamen hor görmekte hatta zaman zaman hırsızlıkla itham etmektedir.Bu durum karşısında Kenan’ın annesi mecburiyetten başı önde acılı yüreği kor içinde her geçen gün daha da eriyip gitmektedir.Kenan bu süre zarfında da keman dersleri alıyordur.Elbette bu keman dersleri öylesine parasız bir kurstur ama bu basit kurs ondaki cevherin açıga çıkması için yeterli olacaktır.Dayısı her duruma olduğu gibi bu duruma da itiraz ederek ona mani olmaya çalışır. Ama onaki istek ve şevk onun geleceğin en başarılı vizörü yapacaktır. Dayısı onu kendince kurtarmak için İstanbul’a mühendis mektebine göndermeye karar verir ve biçare Kenan bu durum karşısında boynunu eğmekten öteye gidemez.Kenan Bozyakayı terk ederken bir de masumane çocukluk sevdasını ,Leyla’yı bırakır.
Leyla onun için umutsuz bir sevdadır çünkü; Kenan’a göre onlar ayrı dünyaların insanları idiler.Zaten bu aşkı onu en az etkileyenlerden idi.Bozyakada yani dayısı ile oturduğu bu kasabada onunla arkadaşlık edenlerden birisi de Şem’i Dede idi . Gerçektende dede denebilecek yaşta bir adamdı.Ama Kenan ile anlaşabilecek kadar da genç bir adamdır . Aslına bakılırsa Kenan öyle deli dolu bir delikanlı değildi.
Zaman akıp gitmiş Kenan mektebi bitirmiş ve İstanbul’da kendisine bir ev tutmuştur. Artık İzmir’e de gitmek istemektedir. Zaten annesi Melek Hanım kızını evlendirmiş onların yanına gitmiştir.Birsüre sonra Kenan annesine Avrupa’ya bi arkadaşının yanına gideceğini söyler ve annesi Kenan’a tek mal varlığı olan Kemeraltı’ndaki dükkanlarını satarak para verir.Kenan Avrupa’dan dayısının tahmini üzere kısa süre sonra değil uzunca bir sürenin ardından ve dünyanın en saygın kemanistlerinden birisi olarak döner.Artık dayısı onu yerlere göklere sığdıramamaktadır.Ve Kenan Avrupa’dan döner dönmez onu yanına çağırır.Artık o kötü, buhranlı donem sona ermiştir.O artık Bozyakanın iftihar ettiği bir genç olmuştur.Artık yeni aşkların zamanı gelmiştir.Cavidan isminde komşuları Mimur Bey’in sayesinde tanıstıklarıbir kız vardır.Cavidan bir prensestir ama Kenan da artık dünyaca ünlü bir sanatçıdır yani birbirlerine uygundurlar.Bu sırada Kenan ,Nimet Hanım ıle tanışır ve zamanla bu olay aşka dönüşür.Kenan bu durumdan hem memnun hemde bi okadar rahatsızdır, zira artık o Cavidan ile nişanlı sayılmaktadırlar.Buluşmalarında Hikmet Hanım yanında sürekli olarak bi kız çocuğuyla gelmektedir.Kenan bu durumdan rahatsızlık duymakta ancak Hikmet Hanıma göre ise bu kız buluşmaları için bir araçtır.Çünkü dışarıdan tepki çekmemeleri gerekmektedir.Zira Nimet Hanım evlidir. Bu çocuğun adı Lamia’dır.Bu kız çocuğuna Kınalı Yapıncak demektedirler.Lamia onların aralarındaki aşktan haberdardır ancak onlara dahi bu durumu belli etmemektedir.Sarı saçlı bu guzel kız akrabalarının yanında ,onların çocuklarına dadılık yaparak hayatını geçiren ve ailesini kaybetmiştir. Bunları öğrenen Kenan artık bu kıza acımaya başlamıştır.İleride bütün kalbiyle bağlanacağı kıza o zamanlarda böylesine bir duygu beslemektedir.Tabiki Kenan’la Kınalı yapıncağın Nimet Ablasının arasındaki aşkta son bulur . Bu dönem zarfında Lamia ile Kenan arasında da bir yakınlaşma başlamıştır.Musiki hastası ve her denileni koşulsuz kabul eden bu kız ile bizim çapkın ve kendi iç dünyasında boğuşup ,neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışan kemanistimiz arasında bir aşk başlamıştır.Bu aşkın bir meyvesi olarakta bir çocuk olmuştur ,yanlız Lamiadan başka kimse bu çocuğun kinden olduğunu bilmemektedir.Kenan bu sürede evlenmiş ve Cavidan ile yaşamaya başlamıştır. Kenan Lamia kadar Cavidanı da seviyor ve onun aşkına saygı göstermektedir.Bu çocuk olayı ortalığı karıştırır. Yanında kaldığı akrabaları onu Kütahya’ya gönderir.orada akrabalarının yanında kalır . ancak o artık lekeli sayılmaktadır.Evde de genç kızı aksilikler bırakmamaktadır.Eniştesi Rasih Bey ve karısı Mahmure’İn iyiliği ve onların sadeti için Mahmure’nin sevdalısını kendi sevdalısı gibi gösterir.Artık o gerçektende lekelidir.Herşey burada bitmez,Rasih Bey Lamia’ya göz koyar.Evde kimsenin olmadığı bir gün üzerine atlayan eniştesini öldürür.Ancak ceza almaz . Artık o evde de kalamayacağı için akrabaları onu İmam Hakkı Efendi’nin yanına verirler.Bu arada bazı kısmetleride çıkmaya başlamıştır ve Kütahya’ya gelirken trende gördüğü ve daha sonra karşı komşuları olan Binbaşı Kemal ile evlenir. Tabiki Lamia halen ilk aşkı Kenan’I sevmektedir lakin bu durumlara dayanamamıştır.Kemal Beyle mutlu günler geçiren Lamia’nın mutlu hayatı ,Kemal Bey’in İstanbul’dan gelen akrabası ve Kenan’ın arkadaşı olduğunu öğrendiği Vedat’la yeniden bozulur.Çünkü adları aşığa çıkar.Bu durumda Kemal Bey ,Lamia’yı boşar.
Bu arada Kenan ile Cavidan’ın evlilikleri devam etmektedir.Ancak Kenan ,Kınalı Yapıncağını unutamamaktadırve aralarındaki evlilik bir gün Lamia’yı , Vedat’ın muayenehanesinde görünce sona erer.Bu arada Kenan annesini de kaybetmiştir.Artık eser veremeyecek kadar hayattan sıkılmıştır.Bu buhranın içinden onu yine kurtaracak olanı Lamia olarak görür.Ancak Lamia artık eskisi gibi değildir.O da hayattan sıkılmıştır ,tek tutunacağı dalı çocuğu Mebrure kalmıştır.Artık hiçbirşey eskisi gibi değildir ve olmayacaktır da.Kenan’ın dediği gibi onlar için artık ’günlerin güneşi gibi gecenin mehtabı da sonuk, cansız, yürek üzücü…’.

ANA FİKİR :Kitapta aşkın insan üzerindeki etkisinin nekadar büyük olduğunu ve bazen insanın başına neler açabileceği üzerinde durulmuş.Kitabın ana fikrini bu olgu oluşturuyor.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

KENAN:Hayata şanssız başlamış ama çalışma hırsıyla yükselmiş bir şahsiyettir. En önemli özelliği duygusal oluşu.Annesine çok bağlı ,onun ölümü onu çok yıpratıyor.

LAMİA:Bizim Kınalı yapıncağımız hayattan çok çekmiş ama dayanmasını bilmiş ve fedakarlığın timsali olmuştur.O da aşkı gibi duygusaldır.Musikiye düşkünlüğü ile tanımlanabilir.

CAVİDAN:Cavidan herşeyden önce bir prensestir . Duygu ve düşünceleri de bu ölçü de büyüktür. Kenan’ı sevmektedir ama evliliklerini devam ettirememiştir.Soğukkanlı olarak tanımlanabilir.

SAİP PAŞA:Hayatında en önemli gördüğü olgu belediye reisliği. Sakatlandıktan sonra o işi de bırakmak zorunda kalır.Kenan’a olan düşkünlüğü o meşhur olduktan sonra artmıştır.Katı gibi görünen ama aslında öyle olmayan birisidir.

BİNBAŞI KEMAL BEY:Genel karekteri iyi birisidir.Lamia’yı sevmiştir ama Vedat olayı ondaki sevgiyi bitirmeye yetmiştir.

NİMET HANIM:Evli olmasına rağmen Kenan ile bir aşk yaşamıştır.Onun bu aşk için Lamia’yı kullanması ise olumsuz bir davranış olarak değerleddirilebilir.

VEDAT:Hayata komik yönleriyle bakmasını seven ve olayları içine atmayan iyi niyetli bir karekterdir.Lamia’nın başına gelenlerden kendisini sorumlu tutmuştur.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Dudaktan Kalbe kitabı genel olarak akıcı bir kitaptır.Yazar normal olarak nitelendirilebilecek bir dil kullanmış.Karakter analizleri çok iyi yapılmış.Okuyucuyu bir sonraki bölüm hakkında düşünmeye sevk ediyor.Dönemin yaşam tarzlarını çok iyi yansıtmış.Ancak ara ara fazla süslemelere yer vermiş.

YEZİD’İN KIZI-REFİK HALİD KARAY

KİTABIN ADI: YEZİD’İN KIZI
KİTABIN YAZARI: REFİK HALİD KARAY
YAYIN EVİ VE ADRESİ: REMZİ YAYIN EVİ Koll.Ş.
BASIM YILI: 1987

1.KİTABIN KONUSU:

Fransa’da yaşayan bir türk gencinin Suriye’deki atalarından kalma köyleri gezmeye giderken Zeliha denen bir kıza aşık olması, başından geçen olaylar ve sürprizler kitapta anlatılmış.

2.KİTABIN ÖZETİ:

Bilinmeyen bir halk; Yezidiler:
“Yezidin Kızı”, Refik Halit’in Suriye’den dönüşünden bir yıl sonra, 1939 yılında yazılmış. Belki de bu nedenle, öykünün geçtiği mekan olarak Suriye’nin Kuzeyini, Sincar dağlarını seçmiş yazar. Bölgede yaşayan Yezidiler ise, hem kendilerine özgü kültürleri, hem de giderek azalan nüfusları ile, romana ayrı bir renk katıyorlar.
Fransa’da yaşayan bir Türk olan Hikmet Ali atalarını araştırmaya karar verir. Atadan kalma köylerini ziyaret etmek için Marsilya’dan Suriye’yegemiyle yapacağı uzun bir yolculuğa çıkar. Gemide Kürtçe konuşan Arjantinli gizemli bir kadınla tanışır. Kadının gizemli olması belki de Ali’nin ilgisini çeken yönüdür. Kadının Türkiye’yi de yakından izlediği çıkar ortaya. Öykü ilerledikçe, Zeliha’nın Yezidi kavminden olduğu, hatta Yezid’in kızı olduğu iddiası, gizemi daha da arttırır. Suriye çöllerinde, Sincar dağlarında gezip tozan, mekanın büyüleyici atmosferi altında büyük bir aşk yaşayan Hikmet Ali, Zeliha’nın yanındaki Asuri rahibinden gerçekleri öğrendiğinde çok büyük bir şok geçirir ve şaşkına döner. Zeliha artık onun için kalbindeki derin bir yaradan başka birşey değildir. Zeliha, Hind denizlerine, Ali köyüne doru yola çıkarken, Ali, “Sincar dağlarındaki gönül çarpışmasından sakat” kalmıştır.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Yazara göre, –romanda gelenek ve görenekler anlatılırken iyice açığa çıkarılan “ilkel” inanışlarla- bu bölgede yaşayan halkların geri kalmışlığı, kendi başlarına medeniyete erişemeyeceklerini göstermektedir. Mesela, “Yezidi dinini, bildiğimiz bütün inançların Rus salatası” olarak aşağılamaktan hiç çekinmez. Karay’ın Araplara yönelik “oryantalist” bakışı, kadınlar konusunda doğuludur. Onun tercih ettiği kadın; “ erkeği memnunlukla karşılamayı bilen ve yüzünün sinirlenmemiş durgun, serin hatlarıyla onu rahata kavuşturmaya muvaffak olan sade kadın, eş ve kız kardeşi” olmalıdır”.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

HİKMET ALİ:Geçmişini merak eden araştırmacı, zeki bir genç. Ayran gönüllü olduğuda söylenebilir.

ZELİHA: Oldukça gizemli bir yapıda. Onun ne olduğunu nasıl birisi olduğunu ve aklından neleri geçirdiğini tahmin etmek gerçekten de zor.

Olaylar oldukça sürükleyici bir şekilde tamamen gerçekçi.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Karay, psikolojik tahlillere yer vermemekle birlikte, canlandırdığı karakterlerini titiz bir gözlemle aktardığından, bu karakterlerin psikolojisine ilişkin ipuçlarını yakalamak zor değildir. Romandaki insan tiplemeleri olay ve mekan içinde, gündelik dile uygun diyaloglarla konuşup hareket ederken, cinsel istekleri de dahil olmak üzere, bütün insani özellikleri yerli yerindedir.
Genellikle üçüncü tekil kişi ağzından anlatılan bu romanında , klasik anlatım geleneğinin giriş, gelişme, sonuç kuralına sıkı sıkıya bağlı olduğundan, düzgün bir zaman sıralaması izleyen bu metinler hem akıcı, hem de kolay okunur özelliktedir. Bu tarz anlatımdan kaynaklanabilecek en önemli tehlike olan tekdüzeliği ise, öykülerine kattığı merak duygusu uyandıracak motiflerle, ve –bu romanında olduğu gibi- şaşırtıcı sonlarla bertaraf eder.
Edebiyatla, yazmakla ilgilenen herkesin mutlaka okuması ve incelemesi gereken bir yazar Refik Halit Karay. Üstelik, ilk bakışta içerik bakımından eskimiş görünmekle birlikte, geleneksel insan davranışlarını aktardığından, her dönemde keyifle okunabilir bir roman.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

Kırka yakın kitabıyla, Türk edebiyatının en verimli isimlerinden olan Refik Halit Karay, yaşamının uzun yıllarını sürgünde geçirmiş bir yazardı. 1888 İstanbul doğumludur. Galatasaray lisesini bitirdikten sonra Hukuk Fakültesine kaydolmuş, ancak Meşrutiyet’in ilanından sonra öğrenimini bırakarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde çalışmaya başlamıştır. “Kirpi” imzasıyla siyasi taşlamalar yazdığı için İttihat ve Terakki hükümeti tarafından beş yıllık ilk sürgün cezasına çarptırıldığında yıl 1913’tür. Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te geçen sürgün yıllarının ardından İstanbul’a döner ve Robert Kolej’de öğretmen olur. Ne var ki, Refik Halit’in sivri dilinde değişme olmamıştır, bu kez Ankara hükümeti aleyhine yazılarından dolayı, Türk siyasi tarihinde “yüzellilikler” diye anılan guruba katılmış ve 1922 yılında ülkeyi terketmek zorunda kalmıştır. Beyrut ve Halep’te geçen 15 yılın ardından 1938’de Türkiye’ye dönen Karay’ın 1965 yılndaki ölümüne dek ardı ardına kitaplar yayınladığını görüyoruz.

MAİ VE SİYAH-HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

KİTABIN ADI :MAİ VE SİYAH
YAZARI :H. Z. UŞAKLIGİL

1. KİTAP HAKKINDA:

Yazar bu romanında, dönemin edebiyat akımından etkilenmiş, şair idealini ele almış o zamanki sanat ve sanat dünyasını gerçekçi bir yaklaşımla gözler önüne sermiştir. Roman içerisinde yer yer ruhsal betimlemelere yer vermiş, romantik ve aşırı duygusal anlatımı ile okuyucuyu etkilemektedir.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Ahmet Cemil, okulu bitirdikten sonra annesi ve kız kardeşini beslemek için çalışmak zorunda kalır. Bunun için elinden fazla bir şey gelmemektedir. Çünkü tek yabancı dili vardır ve başka bir şeyden anlamaz. Ona kalsa bütün çalışmalarını şiir üzerine toplamayı; edebiyatımıza bir başka yön , yöntem vermeyi ister. Ancak hayatın bütün güçlükleri sanki onun yakasına yapışmıştır.
Ali Şekip, Hüseyin Nazmi genç arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu şiirde yeniliktir. Raci gibi kendisini kıskanan, arkasından çeşitli dedikodular yaratan birine rağmen şiirde yapacağına inanır. Ahmet Cemil çok yakışıklı birisidir ve arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia’ya aşık olur. Tek kaygısı onunla evlenmek, ona layık bir yuva kurabilmektir. Hep bunun mümkünlüğünü düşünür ve hayal eder.
Okulu bitirdikten sonra, zavallı genç çok sıkıntılı bir devre geçirir. Evlerine gittiği öğrencilerinin şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır. Böylelerinden para kabul etmeye mecbur kalmak ona pek ağır gelir. Başka çare de yoktur. Pek dayanamaz hale gelince bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye kalkar. Ona çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılarda onun derisini yüzerler. Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister ne de parasını üzüle üzüle almaya razı olur.
Ahmet Cemil günün birinde ”mirat-ı şünun” adlı gazeteye kapılanır. Hayatı az çok düzene girer. Hatta gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi Ahmet Cemil’in kız kardeşi İkbal ile evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan Ahmet Cemil kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha önceden birbirlerini tanımadıkları için anlaşamazlar. Vehbi efendi çok kaba , durmadan içen küstah bir kimsedir. Ahmet Cemil onun adiliklerine dayanamaz. Bir gece Vehbi İkbali öyle hırpalar, ve ikbal çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil çıldırmış gibi bir halde, arkadaşı Ali Şekip’in dükkanına kendini dar atar Ali Şekip’e annesinden aldığı küpeleri , yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşine ölümden kurtarması gerekmektedir hiçbir önlem zavallı İkbal’i ölümün pençesinden kurtaramaz.
Hüseyin Nazmi uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir, işinden memnundur. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceği yerde sanarak Ahmet Cemil’e başka bir haber daha verir. Lamia’yı evlendiriyorlardır. O zaman Ahmet Cemil Lamia’ya tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunalar, Lamia’nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, annesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar. Bir an sevgilisini itiraf etmeyi düşünür ama yoksulluğu işsizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da önce vazgeçer.
Önce kardeşi sonra Lamia… geriye ne kalmıştır? Eseri mi? Genç adam, bütün ömrünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. Gözlerinde yaşlar ağzında acı bir lezzetle seyreder. O eserin zaten bir anlamı kalmamıştır artık. Mademki Hüseyin Nazmi gidiyor oda gidecektir. Bir gün arkadaşıyla Taksim bahçesinde otururken ileriye ait tasarlarını, tasarladıklarını hatırlar. Şimdi oda Anadolu’da bir görev alıp gidecektir. Kendisine kırgınlıktan başka bir şey sağlamayan bu İstanbul’dan kaçacaktır. Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner gece karanlığında son defa İstanbul’u seyreder. Vaktiyle Tepebaşında gece gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştür şimdi her taraf simsiyahtır. O da, güneşten hayatının biçareliğiyle alay eden ışıktan kaçıp, sonsuz bir yoklukta mutlu ve rahat yaşam sürdürecektir.

3.KİTABIN ANAFİKRİ:

Hayatta her zaman her istediğinin gerçekleşmeyeceği ve her istediğin şeyin sana mutluluk vermeyeceği anlatılmak istenmiştir.

4.KİŞİLER VE KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ:

AHMET CEMİL:
Romanın baş kahramanıdır, öğretmendir. Edebiyat ve şiirle ilgilenir. Yakışıklı, aşırı duygusal bir yapıya sahiptir. Şansızlıklar yakasını hiç bırakmaz.

ALİ ŞEKİP:
Çocukluk arkadaşı ve dert ortağıdır.
HÜSEYİN NAZMİ:
Arkadaşıdır. Aşık olduğu Lamia’nın ağabeyidir.

LAMİA:
Aşık olduğu kızdır. Ona karşı platonik bir aşk duymaktadır. Arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşidir.

İKBAL:
Kız kardeşidir. Şansız bir evlilik yapmış ve bu evlilik nedeni ile hayatını kaybetmiştir.

VEHBİ:
Çalıştığı gazete sahibinin oğludur. Çok kaba, durmadan içen, hovarda birisidir. İkbal’in kocasıdır.

ZEYTİNDAĞI-FALİH RIFKI ATAY

KİTABIN ADI :Zeytindağı
KİTABIN YAZARI :Falih Rıfkı ATAY
BASIM YILI 1981

1. KİTABIN KONUSU:
Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır. Yazar bir görev sebebiyle Cemal Paşa’ın karargahına yani Zeytindağı’na gitmiştir. Burada yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde anlatmıştır.

2. KİTABIN ÖZETİ :
Birinci Dünya Harbi patlak verdiğinde Falih Rıfkı yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargahına tayin olur. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir.
Kitabın ilk kısımlarında İttihat ve Terakki’den söz edilmiştir. İttihat ve Terakki içerisinde Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır. Cemal Paşa yenilikçiliği ile tanınmaktadır. Enver ve Talat Paşa’lar ise muhafazakar bir kişilik sergilemektedir. Enver Paşa’nın Turancılık fikirleri güçlüdür. Falih Rıfkı, Enver Paşa’nın bu fikirlerini benimsememekte ve Enver Paşa’yı diktatör olarak nitelemektedir. Türkiye’nin kurtuluşunun Enver Paşa gibilerden kurtulmakla mümkün olduğu düşüncesindedir. İttihat ve Terakki kendi içerisinde bölünmüş bir yapı sergilemektedir. Bir birlik ve beraberlik söz konusu değildir. Her liderin bir grubu vardır. Falih Rıfkı da Cemal Paşanın adamı damgasını taşımaktadır. Falih Rıfkı, İttihat ve Terakkinin bu yönünü yani fikir birliğinin bulunmayışını eleştirmektedir. Çünkü yaşanılan buhrandan kurtuluş ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. Buna rağmen bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşmalar İttihat ve Terakkiyi kendi kendisiyle uğraşan bir duruma düşürmüştür.
Falih Rıfkı, Cemal Paşa ile beraber çalışmaya başladıktan sonra, olayları daha açık ve net bir şekilde görebilmektedir. Bir dönem, bir İmparatorluk yok olmaktadır. Yazar bunu sezinleyebilmektedir. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış oldukları bir devrin çöküşünü gözler önüne sermektedir.Falih Rıfkı Osmanlı’nın bir kukla devlet olduğunu söylemektedir. Örneğin şöyle bir olay anlatılmakta; “Mahmut Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa, memleketten kaçmaya muvaffak olmuştu. Bir Rus vapuruna binmişti. Fakat Osmanlının Rus sancağı taşıyan bir vapurdan bir kişiyi almaya hakkı yoktu. Bunun üzerine bir Osmanlı hükümeti görevlisi, Kavaklı Mustafa’yı gemiden kaçırır ve boğdurur. Bu olayı haber alan Ruslar, Kavaklı Mustafa’yı kaçıran zatı görevden aldırır ve bundan böyle devlet hizmetinde kullanılmamasını isterler ve istedikleri de olur.”
Osmanlı, ümmetçilik fikri sebebiyle neredeyse üç kıtada egemen olmuştu. Bu coğrafyanın büyük bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktaydı. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı.
“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.”
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi. “ Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! “
Osmanlı, Arap topraklarını alarak oraları bir bakıma imar ediyordu. Çünkü, Arap şeyhleri arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Arap halkı mağdur oluyor ve maddi olarak da çöküntüye uğruyordu. Osmanlı geldiğinde ise bu şeyhleri uzlaştırıp sükuneti sağlıyor ve onlara belirli imtiyazlar veriyordu. Bir bakıma Osmanlı onlar için bir kurtuluş gibiydi. Buna rağmen Osmanlının güçsüz duruma düşmesini fırsat bilip hemen İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmışlar ve Osmanlı’ yı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’ ya karşı görünüşte bağımlı olan Araplar her zaman kendi halifeliklerini istiyordu. Müslüman Araplar arasında Arap Halifeliği hükümeti peşinde olanlar vardı ve 1. Dünya savaşı çıktığında bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ve İngilizlerin vereceklerini vaadettikleri imtiyazlardan dolayı Osmanlı’ ya ihanet etmişlerdi.
Osmanlının Araplara vermiş olduğu haklar, onların küçük bir anlaşmazlıkta bile isyan etmelerini sağlıyordu. Cemal Paşa zamanında çıkmış olan bir kanun ile komutanlara eğer vatan müdafaası için zaruri görülürse idam hükümlerini yerine getirmesi yetkisi verilmişti. Yani isyanlar artık kanla bastırılıyordu.
Cemal Paşanın bir amacı da Suriye’ yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye’ de modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de hicret eden Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Araplılığa karşı bir teminat olarak kullanıyordu. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile verilmiştir.Falih Rıfkı Atay, Arapları anlatırken din sömürüsü konusuna da değinmiştir. Falih Rıfkı’ ya göre din sömürüsü bütün dinler için geçerlidir. “Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur”. Araplar çok fakirdir. Kendi ülkelerinde; ata topraklarında hizmetçi konumuna düşmüşlerdir. Filistin ikiye ayrılmıştır. Eski Filistin Arapların,yani hizmetçilerin; yeni Filistin ise tüm güzelliği ve ihtişamıyla Yahudilerin. Din satışa sunulmaktadır. Hac dönemlerinde Araplar da Yahudiler de büyük kazanç elde etmek peşindedir.
Osmanlı Devletinin Almanlarla beraber savaşa girmesinin en büyük nedeni İttihat ve Terakki yöneticilerinden Enver Paşa’ nın Alman hayranı olmasından kaynaklanıyordu.Birinci Dünya harbi sonucunda Tuna yukarısındaki iki İmparatorluk, Akdeniz kıyısındaki bir İmparatorluk ve Tuna kenarındaki bir krallık devrilmek üzereydi.
Suriye ve Filistin’ de Almanların durduramadığı İngiliz seli yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Halep aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’ in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’ taki Türkiye sınırıdır.Cemal Paşa’ nın yerine, Suriye’ de silahlı kuvvetlerin başına geçen Alman Fon Falkenhein bozgunu durduramadı ve Kudüs İngilizlerin eline geçti.Artık yalnız Anadolu ve İstanbul düşünülür. İmparatorluğa ve onun rüyalarına “Allahaısmarladık! “ denir.
Artık Şam’ dan ayrılmak zamanı gelmiştir. Cemal Paşa İstanbul’ da istifa edecektir.
Cemal Paşa harap Anadolu topraklarını gördükçe
- “Keşke vazifem buralarda olsaydı, keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi. Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.
Cemal Paşaya sorulan :
- Paşam bu harbe niçin girdik? sorusuna cevap ilginçtir.
- Aylık vermemek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.
İlim, İhtisas ve tecrübe sahibi Mustafa Kemal, vatan ve istiklal düşüncesiyle milletin nesi var nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için vermesi gerektiği düşüncesindedir.
Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan… hepsi böyle ödenmiştir.Mustafa Kemal büyük harbe girmek karşıtı idi: çünkü O kafa ve sanat adamı idi.Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı : çünkü O vatan adamı idi.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :
İnanarak ve çalışarak herşeyin üstesinden gelebiliriz.Çalışarak vatanımıza yararlı birer ilim ve vatan adamı olunuz.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Kitaptaki şahıslar Cumhuriyet ve Osmanlının son dönemlerinde yaşamış olan önemli şahsiyetlerdir. Bunlardan Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır.Falih Rıfkı ATAY yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde akıcı bir dille anlatmıştır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Yazar 1894 yılında istanbul’da doğmuştur. Rehber-I tahsil rüştiyesi’nde, Mercan idadisi’nde ve Darülfünun edebiyat fakültesi’nde okudu. Yazı hayatına ilkin şiir ve küçük nesirler yazarak başladı; bunlar Servetifünun, tecellikadın dergilerinde yayımlandı(1911-1912); daha sonra Tanin gazetesinde,”İstanbul mektubu” genel başlığı altında cumartesi sohbetleri yazarak gazeteciliğe başladı. Aynı dönemde Babıâli mektubi kalemi’nde ve Dahiliye nezareti kalem-I mahsusu’nda çalıştı(1913-1914). Kurtuluştan sonra İkinci Büyük Millet Meclisi’ne millet vekili olarak seçildi. Siyasi makale ve fıkraları dışında, bu türlerde çeşitli yapıtlar vermiş olan ama edebiyat alanında, daha çok, gezi yazarı olarak tanınan Falih Rıfkı Atay, türkçenin her düşünceyi anlatmaya elverişli, kıvrak ve zengin bir dil haline gelmesinde büyük payı bulunan yazarlardan biridir. Türkiye’nin batılılaşması, Atatürk devrimlerinin yayılma ve korunması sorunlarını başlıca siyasi ve ulusal dava olarak benimsemiştir. Yazarın başlıca eserleri;
Eski saat, Niçin kurtulmak, Çile, İnanç, Kurtuluş, Pazar konuşmaları, Bayrak, Birinci Dünya Savaşı ile ilgili anılarını Ateş veGüneş, Zeytindağı, Atatürk’ün bana anlattıkları, Mustafa Kemal’in mütareke defteri, Atatürk’ün hatıraları, Çankaya, Başveren inkılapçı…

20 Eylül 2008 Cumartesi

Çocuk Kalbi-Edmondo De Amicis

KİTABIN ADI : Çocuk Kalbi
KİTABIN YAZARI : Edmondo De Amicis

KİTABIN ANA DÜŞÜNCESİ

Etrafındaki öğrenci arkadaşlarına göre maddi bakımdan iyi durumda olan ve ailesi tarafından ilgi gören çocuğun bu ilgiye fazla layık olamaması.

Bu ana düşünce çocuğa doğrudan verilmemiştir. Hikayenin sonunda ana düşünce daha net verilmiştir.

Bu kitap bir çocuğun ailesine saygılı davranması gerektiğini,arkadaşlarına iyi davranmasını gerektiğini göstermiştir. Yardımlaşmanın önemi belirtilmiş ve önyargılı davranmamamız gerektiği belirtilmiştir

KİTABIN ÖZETİ

İtalya da bir mahalle okulunda 3.sınıfa yeni başlayan Enrico yeni öğretmeniyle tanışınca ilk başta hoşlanmaz. Eski öğretmeninin o güler yüzünü hatırladıkça üzülür fakat daha sonra yeni öğretmeninden hoşlanmaya başlar. Birgün Robetti adında bir çocuk okula giderken bir çocuğun atlı tramvay yolunda düştüğünü görür. Çocuğu kurtarırken kendi ayağı atlı tramvayın altında kalır. Bunu gören Enrico üzülür.

Başka bir gün Enriconun sınıfına Calabriali bir öğrenci gelir. Öğretmen sınıfla kaynaşmasını sağlar.Uzaktan gelen bu öğrenciye iyi davranılmasını ister. Yine günün birinde annesi ve kız kardeşi ile yoksul bir kadına çamaşır götüren Enrico kapıyı açan kadını görür ve içeride sınıf arkadaşını görür. Babası olmayan crossi bütün zorluklara rağmen karanlık odada dersini yapmaya çalışır. Bu duruma üzülen Enriconun annesi para yardımında bulunur. Kitabın sonlarına doğru Enrico annesine saygısızlık yapar.Bu olaya üzülen anne ve babası Enricoya nasihatlarda bulunur.

KİTABIN KONUSU

Kitabın konusu İtalya da bir mahalle okulunda 3.sınıfı okuyan bir öğrencinin yazdığı bir yıllık okul hikayesidir.

Konu ilgi çekici bir biçimde sunulmamıştır. Konusu olsun,içeriği olsun eğitici ve düşündürücü bir kitaptır.

Edmondo de Amicis’ın Hayatı

Edmondo de Amicis, 1846-1908

19. yüzyıl İtalyan eğitimcisi ve edebiyatçısı.

Edmondo de Amicis, ülkemizde Çocuk Kalbi adıyla tanınan eserin yazarıdır.

De Amicis’in belirttiğine göre, oğlu öğrenci olarak okul yaşamına ilişkin anılarım bir günlükte biriktirmektedir. Amicis de bu notları görüp beğendikten sonra bir eser yazmak istemiş ve adım Kalp olarak koymuştur, Bütün dünyada geniş yankılar uyandıran Çocuk Kalbi böyle ortaya çıkmış oldu.

Bu pedagojik çocuk romanı aile-çocuk ve okul üçgeni içinde geçmektedir.

De Amicis, eserlerinde günlük hayatın sıradan olaylarını canlandırır. Bunlar arasında çevredeki olup bitenlerin yanı sıra yaptığı geziler ve edindiği izlenimler de yer alır. Özellikle öğrenci dünyasın) duygulu, heyecanlı bir dille yansıtmasını bilmiştir.

Edmondo de Amicis’in ünlü eseri, dilimize ilk kez İbrahim Alaettin Gövsa tarafından 1930 yılında Çocuk Kalbi adıyla çevrilip yayımlandı.

ESERLERİ

Çocuk Kalbi

Sait Faik Abasıyanık’ın hayatı

Moupassant ve Çehov tarzı durum öyküsünün Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcilerinden biridir. Genellikle toplumun alt kesimlerinden seçtiği kahramanları gerçekçi bir yapıdadır. Öyküleründeki en belirgin temalar doğa, balıklar, deniz ve Rum balıkçılardır. Öykülerinin dışında roman, şiir ve röportajları bulunmaktadır.

18 Kasım 1906′da Adapazarı’nda doğan yazarın gerçek ismi Mehmet Sait’tir. Babası Mehmet Faik Bey, kereste tüccarıydı. İlköğrenimine Adapazarı’nda başlayan Sait Faik, ortaöğrenimine İstanbul Erkek Lisesi ve Bursa Lisesi’nde devam etti. Edebiyat hayatına bu dönemde şiir ile atılmıştı. İlk öyküsü “İpek Mendil”i 1926 yılında yazmıştı. 1929 yılında ise Kenan Hulusi aracığı ile “Uçurtma” adlı adlı öyküsü Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı.

1928 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde iki sene okuduktan sonra babasının isteği üzerine İsviçre’ye iktisat okumaya gitmiştir. Ancak çok geçmeden Fransa’ya geçti. 1931-1935 yılları arasında Fransa’da kaldı. Kültürel yapısı ilginç gelen Grenoble şehrinde uzun bir süre kalarak entellektüel çevrelere girdi. İçki ve avare yaşam ile tanışması böyle başladı. Burada sürdüğü düzensiz yaşan yüzünden babası onu geri çağırdı ve 1935 yılında yüksek öğrenimini yarıda bırakarak Türkiye’ye döndü.

Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde türkçe öğretmenliği yaptı. Ardından babasının açtığı toptancı tahıl mağazasını işletmekle uğraşsa da başarılı olamadı. II. Dünya Savaşı yıllarında “Haber” adlı gazatede adliye muhabirliği yaptı. Bu dönemden sonra sadece yazı işleriyle uğraşmaya karar vermişti. 1936′da ilk kitabı “Semaver” yayımlandı.

1939 yılında babasının ölümü üzerine yazmayı bıraktı. Maddi güçlük çeken annesiyle birlikte Burgazada’daki evinde yaşamaya başladı. Türkiye’de siyasi rejimin yazarlara baskısının ağır olduğu bir dönemde, 1940 yılında “Şahmerdan” adlı kitabı kitabını yayımladı. Bu kitapta bulunan bir öykü nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi’nce yargılanmıştı. Baraatine kadar “Medar-ı Muaşeret Motoru” adlı kitabı da toplatıldı. 1946 yılında kendisine siroz teşhisi konulana kadar yazmaya devam etti. Hastalığının kendisinde yarattığı duygusallık olgunluk dönemi yazılarında etkili olmuştu. Fakat bir süre sonra yazmaya yeniden başladı. 1951 yılında yazdığı “Kayıp Aranıyor” adlı kitabı toplatıldı. 1953 yılında Amerika’daki “Mark Twain” derneğine fahri üye seçildi.

11 Mayıs 1954′te Burgazada’daki evinde sirozdan ölene dek yazmaya devam etti. 1963 yılında annesinin ölümünden sonra Burgazada’daki evi “Sait Faik Müzesi” haline getirildi. Vasiyeti gereğince eserleri Darüşşafaka Derneği’ne bırakıldı. Annesi Makbule Hanım’ın çabalarıyla ölümünden bir yıl sonra verilmeye başlanan hikaye ödülü “Sait Faik Hikaye Armağanı” halen devam etmektedir.

Eserleri:

Öykü kitapları
Semaver 1936
Sarnıç 1939
Şahmerdan 1940
Lüzumsuz Adam 1948
Mahalle Kahvesi 1950
Havada Bulut 1951
Kumpanya 1951
Havuzbaşı 1952
Son Kuşlar 1952
Alem Dağında Var Bir Yılan 1954
Az Şekerli 1954
Tüneldeki Çocuk 1955
Mahkeme Kapısı 1956

Romanları:

Medar-ı Muaşeret Motoru (Birtakım İnsanlar) 1944
Kayıp Aranıyor 1953

Kaynak:biyografi.info

Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı

1873 yılında İstanbul’da doğdu. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona “Rağıyf” adını vermiş, ancak bu yapay kelime anlaşılmadığı için çevresi onu “Âkif” diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk’un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı’dır. Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih’te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı.Maarif Nezareti’ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi’ni bitirdi.Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye’de “hürriyetçi” öğretmenlerinden etkilendi. Fatih Camii’nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede’nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle çevresindekilerin dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye’nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa’nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı.Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889′da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi’ni 1893′te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da köylülerle yakın ilişkiler kurma imkanı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete’de yayımladı.1906′da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907′de Çiftçilik Makinist Mektebi’nde hocalık etti. 1908′de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayınlamadı.1908′de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Eşref Edip’in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar ve şiirler yazmaya başladı.1913′te Mısır’a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine’ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi’nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti.

Teşkilat-ı Mahsusa ve Milli Mücadelede

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I.Dünya Savaşı sırasında istihbat teşkilatı Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin’e gönderildi. Burada Almanlar’ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı’nın akışını Berlin’e ulaşan haberlerden izledi. Batının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa’nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid’e ve savaşın son yılında Lübnan’a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu’da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir’de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920′de Dâr-ül Hikmet’deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu’daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu’da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette Milli Mücadele hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii’nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır’da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM’ye seçildi.

İstiklal Marşı

Meclis’in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921′de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart’ta birinci TBMM tarafından kabul edildi.Mısıra Gidiş Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır’da geçiren Mehmed Âkif, daha sonra sürekli olarak Mısır’da yaşamaya karar verdi. 1926′dan başlayarak Camiü’l-Mısriyye’de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün hayatı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935′te Lübnan’a, 1936′da Antakya’ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye’ye döndü ve 27 Aralık 1936′da İstanbul’da öldü.

Dil Anlayışı Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde sadeleştirmeden yana olan tutumunu her şiirinde ortaya koymuştur.Mehmed Âkif nazım diline bu dilin tabii yapısını bozmadan elverişli olduğu gelişmeyi kazandırmış ve aruz veznini yumuşatmıştır. Bu aynı zamanda Türkçe’nin şiir söylemedeki imkanlarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış,üslupta özgünlük ve kişiselliğe ulaşmıştır.Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.

ESERLERİ

Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Âsım, Gölgeler.

Kaynak:biyografi.net

Reşat Nuri Güntekin’in hayatı

Reşat Nuri GÜNTEKİN

XXyy.roman,hikayeveoyunyazarlarından

Doğum/Ölüm: 25 Kasım 1889 - 7 Aralık 1956

Doğum Yeri:
İstanbul

Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da eklediYazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. Eserlerinin tam listesi için şu broşüre bakınız: Türkan Poyraz – Muazzez Albek, Reşat Nuri Güntekin (Ankara, 1957)

Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.

Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).

Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.
Hayatı, sanatı ve eserleri üzerine bir tanıtma kitabı, Muzaffer Uyguner’indir. (Varlık yay;1967). İbrahim Zeki Burdurlu’ nun Romanıyla Reşat Nuri Güntekin (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971) kitabını Birol Emil’ in Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası (1984) adlı doçentlik tezi izledi.

İnci kitabı özeti

John STEINBECK’in inci kitabının özeti:

Pedro;Salinas’ta, deniz kıyısında, saz evlerde yaşayan yoksul denizcilerden biridir. Evleneli çok olmamıştır. İlk çocukları maalesef tedavi edemedikleri bir hastalıktan dolayı ölür. Artık umutları ikinci çocukları olmuştur. Bir sabah bebeği bir akrep sokar. Pedro hızla davranır ve akrebi öldürür. O ve eşi bebeği alır ve şehirdeki doktora götürürler. Doktor zengin ve acımasız bir insandır ve paraları olmadığını bildiği için çifti başından savar.
Eve döndükten sonra Pedro, bambudan yapılmış kayığını alır ve inci avına çıkar. Kıyıdan açıldıktan sonra dalar ve dipten o güne kadar görülmüş en büyük incilerden birini çıkarır. Evine döner ve eşine gösterir. Bu inciyi satarak kazanacakları parayla bebeği tedavi ettireceklerini sonra onu okutup bu yaşamdan kurtulacaklarını planlarlar. O gün Pedro’nun kardeşi ve karısı da evlerine gelirler ve tavsiyelerde bulunurlar.
Büyük incinin haberi tüm şehre ulaşmıştır. Doktorun ise inciye sahip olup Salinas gibi bir taşra kentinden kurtulup Paris’e gitmeyi planlamaktadır. Ertesi gün doktor uşağıyla tedavi için Pedro’nun saz evine gelir. Bebek iki gündür iyi durumda olduğu için Pedro doktoru reddeder. Doktor ise çocuğa bir ilaç içirir ve çocuğun ateşlenebileceğini söyler. Dediği gibi bebek ateşlenir ve doktor o esnada yeniden gelir ve çocuğun ateşini geçirir. Doktorun asıl amacı Pedro’nun inciyi nereye sakladığını öğrenmektir. Gerçekten konuşurlarken Pedro’nun gözü inciyi gömdüğü yere kaçar ve doktor incinin yerini öğrenir. Gece uyurlarken birinin geldiğini hisseder ve boğuşurlar. Boğuşma esnasında Pedro adamı bıçakla öldürür. Hırsızlar ayrıca yangın çıkartmıştır ve bazı saz evler yanmıştır. Pedro ve eşi kaçamaya karar verirler ama kayıklarının da delindiğini görürler. Pedro’nun karısı ona devamlı bu incinin uğursuz olduğunu ve ondan kurtulmaları gerektiğini söylemektedir. Yürüyerek kaçmaya karar verirler.
Yürüyüş esnasında kayalık bir arazide mola verirler. Dinlenirlerken yoldan birilerinin geçtiğini farkederler. Sessizce dinlerler ve bunların peşlerine düşen kelle avcıları olduklarını anlarlar. Artık arazide daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Gece olunca bir kaya kovuğuna yerleşirler. Kelle avcıları ise elli metre ileride su başında yatmaktadır. Pedro adamları öldürmek için harekete geçer. Yaklaştığı esnada bebeğin ağladığını duyar. Avcılar da duymuştur ve bunu bir kurdun sesi sanmışlardır. Zarar vermesin diye sesin geldiği yöne nişan alırlar ve ateş ederler.
Ertesi sabah köylüler Pedro ve eşinin köye döndüklerini görürler. Yanlarında bebekleri yoktur. Pedro’nun karısının elinde kanlı bir şal durmaktadır. Köylüler bebeğin öldüğünü anlarlar. Pedro ve karısı deniz kıyısına giderler ve onlara devamlı uğursuzluk getirmiş olan bu inciyi denize,geldiği yere geri gönderirler.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Yoksul ve cahil insanlar yaşamın kendileri için hazırladığı yaşam çizgisinin dışına çıkamazlar.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE SAHIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Bebeğin akrep tarafından sokulması büyük talihsizliktir. Pedro’nun çevresindekilerin inciyi ele geçirmek her türlü yola başvurmaları insanların para için herşeyi yapabileceği gerçeğini yansıtır.
ŞAHISLAR:
Pedro : Dürüst,fakir,devamlı ezilmiş ama umutlarını hala kaybetmemiş biridir. Ailesini düşkündür ve onlar için kendisini tehlikeye atmaktan kaçınmaz.
Pedro’nun Eşi: Fedakar bir kadındır. Romanda kocası bir kez ona vurur. Ama bundan dolayı gücenmez. İncinin uğursuz olduğuna inamakta ve ondan kurtulmaları gerektiğine inanmaktadır.
Doktor : İnsanları küçümseyen, paraya düşkün ve para için her türlü kötülüğü yapmaya hazır olan biridir.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitabı okumadan önce yazarı tanıyordum ve bazı eserlerini okumuştum. Yazar bilindik üslubu dışına çıkmayarak yoksul ve sıradan insanları konu ediniyor. Olay örgüsü ve insanların iç yüzünün para karşısında ortaya çıkması yaşamın üzücü gerçeklerindendir. Eserin okunmasının insana birçok şey kazandırdığı inancındayım.

Kaşağı-Ömer Seyfettin

KİTABIN ADI : KAŞAĞI
KİTABIN YAZARI : ÖMER SEYFETTİN
YAYIN EVİ VE ADRESİ : ŞAFAK YAYIN EVİ İSTANBUL
BASIM YILI :1997

Kitabın Konusu

Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti

Annesi, İstanbul’a gittiği için kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmaz. Bu, babasının seyisi, yaşlı bir adamdır. En sevdikleri şey atlardır. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşlarına gider. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacağım! diye tutturur.

O vakit Dadaruh, onu Tosun’un sırtına koyar, eline kaşağıyı verir,

- Hadi yap! Der.

Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdı.
Her sabah ahıra gelir gelmez,

- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceğini söyler.Boyu atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı.Bir gün yalnız başına kalır. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyanır. Kaşağıyı arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen alıp,

Tosun’un yanına koşar, karnına sürtmek ister fakat rahat durmaz.

- Sanırım acıtıyor? Diye düşünür.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başlar. Dişleri bozulunca yeniden dener. Gene atların hiçbiri durmaz ve kızar. Öfkesini sanki kaşağıdan çıkarmak ister. On adım ilerdeki çeşmeye koşar. Kaşağıyı yalağın taşına koyup yerden kaldırabildiği en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başlar. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezip, parçalar. Sonra yalağın içine atar. Babası çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı görür; Dadaruh’a yanına çağırınca çok korkar. Dadaruh şaşırır, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babası bunu kimin yaptığını sorar.Dadaruh,

- Bilmiyorum, der.

Babasının gözleri ona döner, daha bir şey sormadan, çocuk kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi” der.

Babası Hasan’I çağırır.

-Bu kaşağıyı niye kırdın?diye sorar.

Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktıp, sarı saçlı başını sarsarak,

- Ben kırmadım, der.

- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, der babası. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirir.

- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırır.

Artık ahırda hep yalnız oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da bağışlanmaz.Annesi onun iftira atabileceğine hiç ihtimal vermez.
Ertesi yıl anne, yazın gene İstanbul’a gider.Hasan’a ahır hâlâ yasaktır. Bir gün birdenbire hastalandı. Doktor “Kuşpalazı” der. Babası yatağın başucundan hiç ayrılmaz.Hizmetçi kardeşinin öleceğini söyler ve çocuk ağlamaya başlar.Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan’ın hayali gözünün önüne gelir “İftiracı! İftiracı!” diye karşısında ağlar.Pervin’i uyandırır. Hasan’ın yanına gitmek istediğini ve babasına bir şey söylemek istediğini söyler.Yarın söylersin, der.Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırır.Ama zavallı suçsuz kardeşi, o gece ölmüştür.

Kitabın Ana Fikri

Yalan söylemek kötü bir alışkanlıktır.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi

Büyük çocuk : Hasan’ın abisidir.babasından çok korkar.Atları çok sever.

Hasan : Küçük kardeştir.O da babasından çok korkar ve atları çok sever.Geçirdiği hastalık ölümüne sebep olur.

Dadaruh : Evin seyisidir. Bütün zamanını atlarla geçirmekyen çok zevk alır.İki çocuğu da çok sever.

Pervin : Evin hizmetçisidir. Çok yumuşak kalplidir ve herşeyi açıkça söyler.Bir o kadar da sulugözdür.

Baba : Çocuklarının üzerinde büyük bir otorite sahibidir. Çocukları onu çok sever ama ondan çok korkarlar.

Kitap Hakkında Şahsi Görüşler

Yazar olayları ve yer betimlemelerini çok güzel ve yerinde yapmıştır.Akıcılığı sağlamış, okuyucuyu sıkmadan akıcı bir şekilde okuyabilmesi için bütün imkan ve kabiliyetlerini sergilemiştir.

Yazar Hakkında Bilgi

Ömer Seyfettin, yazı ve öyküleriyle dilde sadeleşme hareketinin öncülüğünü yaparak yeni bir edebiyat akımının oluşumunu sağlayıp, Türk öykücülüğünde kısa öykü türünün dil, anlatım tekniği ile tematik yönden ilk özgün örneklerini vermiştir. Aynı zamanda ulusal edebiyat akımını başlatan yazarlardan olan Ömer Seyfettin 28 Şubat 1884′te Gönen’de doğdu. Öğrenimine, dört yaşında iken, Gönen Mahalle Mektebi’nde başladı. Ailesiyle birlikte İstanbul’a gelince (1892), ilköğrenimini özel bir okul olan Aksaray’daki Mekteb-i Osmani’da sürdürdü. Babasının isteği üzerine, Eyüp baytar Rüştiyesi’nin subay çocuklarına özgü bölümüne yatılı olarak yazıldı (1893). Buradaki eğitiminden sonra (1896), Edirne Askeri İdadisi’ni (1900) ve İstanbul Mekteb-i Harbiye’yi bitirdi. 22 Ağustos 1903′te piyade teğmeni rütbesiyle mezun oldu. Ziya Gökalp ve arkadaşlarının çıkardıkları “Genç Kalemler” dergisinin kadrosuna katıldı. Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine, yeniden orduya çağrıldı (14 Eylül 1914). Kısa bir süre “Türk Sözü” dergisinin başyazarlığını yaptı. lan Calibe Hanım’la evlendi (1915). Eylül 1918′de eşinden ayrıldı. 6 mart 1920′de kaldırıldığı Haydarpaşa Hastanesi’nde şeker hastalığından öldü. Kadıköy Kuşdili’ndeki Mahmut Baba Türbesi mezarlığına gömüldü. 1939′da, kemikleri Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki Asri Mezarlık’a taşındı.

Eserleri

Romanları

Yaşadığı yıllarda yayınlanan üç romanı ( Ashab-ı Kehfimiz, Efruz Bey, Yalnız Efe, 1919) onun bu alanda yarım kalmış denemeleri olarak sayılır.
“Fantezi roman” olarak nitelendirilen Efruz Bey; 1908′den Mütareke yıllarına kadarki süreci, aydın kişilerin eleştirisi ekseninde yansıtır. Dönemin aydın hastalıklarını, siyasi akımların yanlış yönsemelerini toplumsal eleştiri bağlamında, yeni bir roman tekniğiyle verir.

Yarın kalan romanı Yalnız Efe, destansı bir nitelik taşır. Konusunu bir halk menkıbesinden almıştır. Dönemin toplumsal ortamında, yapılan haksızlıklara başkaldırarak silahlanıp dağa çıkan -kız kahraman- Yalnız Efe’nin kişiliğinde Türk halkanın direnme gücünü göstermeye çalışmıştır.

Yapıtları

Öykü : Harem, (u.ö.), 1918; Yüksek Ökçeler, (ö.s.), 1923; Gizli Mabet, (ö.s.), 1923; Bahar ve Kelebekler, (ö.s.), 1927.

Bütün Eserleri, temalarına göre bir araya getirilen basım: Efruz Bey, 1970; kahramanlar, 1970; bomba, 1970; Harem, 1970; Yüksek Ökçeler, 1970; Yüzakı, 1970; Yalnız Efe, 1970; Falaka, 1970; Aşk Dalgası, 1970; Beyaz Lale, 1970; Gizli Mabet, 1970.

Sefiller-Victor Hugo

KİTABIN ADI : SEFİLLER
KİTABIN YAZARI : VICTOR HUGO
YAYINEVİ : VARLIK YAYINLARI
BASIM YILI : 1992

KİTABIN KONUSU

Bu romanda Jean Valjean adlı bir köylünün, 19. yy.’un ilk 30 yılındaki serüvenleri anlatılır.Valjean aç ailesini doyurmak için ekmek çaldığından bir kadırgada kürek çekmeye mahkum edilmiştir.

ESERİN ÖZETİ

Birkaç kez kaçma girişiminde bulunduğundan mahkumiyet süresi 19 seneye çıkarılır 1815’de serbest bırakılır. Valjean Güney Fransa’da D kasabasına gider. Bir kürek mahkumu olduğundan kimse onu barındırmak istemez. Sonunda yaşlı ve çok iyi bir insan olan kasabanın piskoposu onu yanına alır ve ona çok iyi davranır. Valjean onun bu konuk severliğine piskoposun yemek takımlarını çalmakla karşılık verir. Polis kısa bir süre sonra Valjean’I yakalar ve piskoposa getirir piskopos Valjean’I hayrete düşürürcesine, yemek takımını Valjean’a hediye verdiğini söyler. Valjean’ın karşılaştığı bu durum onu derinden etkiler. Ondan sonra piskoposun güvenine layık olmaya mümkün olduğu kadar erdemli ve dürüst bir hayat sürmeye söz verir.

Valjean yıllar sonra takma bir adla Kuzey Fransa’da mücevherat üreticisi olarak devam ediyordur. Üretimde bir iki basit gelişme gerçekleştiğinden şimdi varlıklı bir insandır. Kasaba halkının güvenini kazanmış ve hatta belediye başkanı bile seçilmiştir. Kasabanın müfettişiJavert, tam bir dedektiftir ve amirinin kişiliğinden şüphe eder. Onu tam yakalattıracağı sırada adının Valjean olduğu bir diğer insanın başka bir suçtan yakalandığını ve tekrar kadırgaya gönderileceği haberini alır. Çok mahçup duruma düşen polis müfettişi belediye başkabıbdan özür diler, onun hakkında şüphelere düştüğünü anlatır. Valjean kendi adını taşıyan suçsuz bir insanın acı çekmesinden ötürü vicdan azabı duyar. Kahramanca bir hareketle mahkemeye gider, kendisini tanıtır ve kendi isteğiyle kürek mahkumluğuna döner. Birkaç yıl sonra tekrar kaçar ve kuzeye gider. Üretici olarak iş yaptığı yılların karşılığı olan parayı buraya gömmüştür. Para onu rahatça geçindirebilecek ve çevresinede yardım etmesine de imkan verecektir. İlk işi Cosetta adında bir kızı aramak olur. Kız bir zamanlar yanında çalışan Fantina’nın kızıdır. Fantina kızına bakmak için fahişelik yapmıştır. Fantina artık ölmüştür ve onu yetiştiren üvey anne ve babası ona kötü muamele etmektedir. Valjean onu evlatlık alır ve ona derin bir sevgiyle bakmaya başlar. Beraberce Parise giderler. Valjean bir rahibe manastırında bahçıvan olarak çalışmaya başlar ve Cosette da manastırın okuluna gider.

Cosetta büyüyünce Parisli bir öğrenci olan marius Pontmercy adında bir genç onunla ilgilenir. Cosette ve Marius, Paris’in Luxenburg Gardens adındaki parkında tanışırlar ve Valjean’ın kendisini ve Cosette’yi gizli tutmasına rağmen gizliden gizliye mektuplaşırlar.

Olaylar, ülkedeki iç huzursuzluklar sırasında doruğa ulaşır. Sosyalistler 1832’de, Paris’te hanedanlığa karşı başarısız kalan bir baş kaldırma hareketine girişirler Marius ve arkadaşları bu isyanda yer alırlar ve sosyal adalete bağlılığından ötürü kim olduğunun meydana çıkmasına bile aldırış etmeyen Valjean da isyana katılır. Sokak çatışmalarının ortasında eski düşman Javert ile karşılaşırlar. Onun bütün hayatı şimdi ellerindedir.Gerçi bir tek kurşun Javert’I ortadan kaldıracaksa da Valjean Jvert’ı serbest bırakır. Valjean’ın bu davranışı Javert’in, kesin meşruiyet ve hukuka dayanan ahlaki dünyasını alt üst eder. Hayatında ilk defa olarak bir mahkumun kanuna saygı duyan bir vatandaştan daha iyi bir insan olacağını düşünür ve kendini öldürür.

Bu arada barikatlar ardına çekilen isyancılar çevrilir. Karşı tarafın kuvvetleri daha fazladır. Çarpışmalar sırasında Marius ağır yaralanır. Valjean Marius’u, sırtında taşıyarak yer altındaki lağım kanallarına götürür. Burası hoş bir yer olmasa da, çatışma alanından uzaktır. Kendisini tamamen kaybetmiş ve hemen hemen ölü olan Marius, büyükbabasının evine getirilir. Marius hayatını kimin kurtardığını bilmemektedir.

Valjean, Cosette ile Marius arasına girmemeye karar verir. Cosette’nin Marius’u sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini anlar. Cosette’ye büyük miktarda para verdikten sonra inzivaya çekilir. Marius önceleri bunu kabul eder fakat hayatını kurtaranın Valjean olduğunu öğrenince Cosette ile birlikte son bir defa görmek için ihtiyar adamın yatak ucuna giderler. Valjean ölüm yatağında, seneler önce, evliya gibi biri olan psikopozun inanılmaz bir jestle kendisine hediye ettiği ve böylece Valjean’ın ruhunu kazandığı gümüş şamdanlığı Cosette’ye hediye eder.

ANAFİKRİ

Kendisine her zaman kötü davranılan bir mahkumun, kendisine iyi davranan biriyle
beraber olduğu zaman kişiliğinin ve davranışlarının iyiye doğru gidişatı gözlenmiştir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ

JEAN VALJEAN: Romanın kahramanı. Önceleri basit, çalışkan bir köylüyken sonradan bir mahkum olarak hayata küskünlük duyar.

JAVERT: Hiç bir zaman satın alınamayacak kadar namuslu bir polis memuru.

MARIUS PONTMERCY: Albayın oğlu. Kendisini babasının anısına adıyan bir genç.

COSETTE: Fantine’nin kızı, Valjean’ın evlatlığı. Sevimli bir kız.

FANTINE: Karakteri bakımından iyi bir kız ise de şartlar onu bir fahişe olmaya zorlar.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Eserde tarihsel olaylar, kişilik çözümlemeleri, siyasal düşünceler, insanlar arasındaki günlük ve basit ilişkiler iç içe ve büyük bir ustalıkla anlatılmıştır.

Türk Edebiyatı Kısa Roman Özetleri

TÜRK EDEBİYATI ROMAN ÖZETLERİ

ACIMAK -REŞAT NURİ GÜNTEKİN -ROMAN

İlkokul öğretmeni Zehranın babası ölmüştür.Zehra yaşlı adamın bıraktığı anı defterini sabaha kadar okur.Annesinin olumsuz tavırları yüzünden ailenin dağıldığını,babasının bu yüzden onu öğretmen okuluna gönderdiğini öğrenir.İç yüzünü bilmeden düşman olduğu babasının acılarını anlar.Zehra,artık bağışlamayı ve acımayı öğrenmiştir.

AKİF BEY- NAMIK KEMAL OYUN

Bir deniz subayı olan Akif,Dilruba adında ahlak yönü zayıf bir kadınla evlenir.Dilruba kocasının Sinop muhaberesinde öldüğünü yalancı tanıklarla kanıtlar ve başka biriyle evlenir.Durumu öğrenen Akif,kadını hemen boşar.Öç almak amacıyla kadının evine gider ve Dilrubanın yeni kocasıyla çatışır.İkisi de ölür.Akifin babası da Dilrubayı öldürür.

ANKARA YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU ROMAN

Üç ayrı bölümden oluşan eserin ilk bölümünde Milli Mücadele yıllarındaki Ankara yı buluruz.İstanbuldan gelmiş Selma Hanım,kocası Nazif Beyin etkisiyle bir zamanlar yadırgadığı Milli Mücadeleye inanmaya başlar,ancak bu sefer de kocası Sakarya Muhaberesinden korkarak kaçmanın yollarını aramaktadır.Selma,Binbaşı Hakkı Beyle mücadeleye devam eder ve yaralılara hemşirelik yapar.İkinci bölümde hürriyet yıllarının Ankarası anlatılır.Binbaşı Hakkı Beyle Selma evlenmiştir.Üçüncü bölümde hürriyet ruhu ile aydın gençler yetişmiştir.Bunlardan biri de Neşet Sabittir. Selma üçüncü evliliği bu gençle yapar ve mutluluğa kavuşur.

AŞK-I MEMNU- HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

Varlıklı ve kibar Adnan Bey,genç yaştaki Bihterle evlenir.Bihter zamanla kocasının yeğeni Behlüle aşık olur.Behlülün gözü ise Nihaldedir .Evlenmek üzerelerken Bihter ve Behlülün yasak aşkları ortaya çıkar. Bihter intihar eder , Behlül kaçar.

ATEŞTEN GÖMLEK HALİDE EDİP ADIVAR ROMAN

Edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan romanların ilkidir. İzmir in işgali sırasında kocası ve çoçuğu düşman tarafından öldürülen Ayşe , İstanbul a akrabası Peyami nin yanına gelir. İkisinin yanına Binbaşı İhsan da katılır ve Anadolu ya geçerler , amaçları Kuvayi Milliyeye hizmet etmektir. Bu arada hem Peyami hem de Binbaşı İhsan Ayşeye aşık olur. Bu aşk her ikisi için de ateşten bir gömleğe dönüşür.

ARABA SEVDASI RECAİZADE MAHMUT EKREM ROMAN

Üstünkörü bir eğitim görmüş Bihruz Bey bir vezir oğludur. Babası ölünce çok büyük bir servete kavuşur. Kendini eğlenceye kaptıran Behruz gönlünü Periveş adlı bir kıza kaptırır . Yalancı ve dalkavuk arkadaşı ona Periveş in öldüğünü söyler , bu üzüntü içinde Şehzadebaşında yürürken Periveş e çok benzeyen birini görür ve onu Periveş in ablası sanır. Bihruz un ahmaklığını anlayan kadın , Periveş diye aradığı kişinin kendisi olduğunu söyler. Sonunda Bihruz gözünde çok yücelttiği kadının sokak yosması olduğunu anlar.

AYAŞLI VE KİRACILARI MEMDUH ŞEVKET ESENDAL ROMAN

Huriyetin ilk yıllarında bir köy ağasının oğlu olan İbrahim dokuz odalı bir evi oda oda kiraya vermektedir. Ayaşlı İbrahim değişik işler yapmış , sonunda bu işte karar kılmıştır. Romanda ülkemizin değişik katlarından insanların ayrı ayrı maceraları ve birbirleriyle olan ilişkileri anlatılır.

BİR TEREDDÜDÜN ROMANI PEYAMİ SAFA ROMAN

Mualla okuduğu bir romanın yazarıyla tanışmak ister ve tanışır. Romancı genç kıza evlenme teklifinde bulunur , Mualla evet ya da hayır kararı veremez durumdadır. Araya Vildan adlı başka bir kadın girer , yazar ne Mualla ne Vildan der ve romanı yeni bir dönemin başlayacağı haberiyle bitirir

CEZMİ NAMIK KEMAL ROMAN

17.YY da yaşamış şair ve kahraman sipahi Cezmi İran a açılan bir savaşa katılır. Orada Kırım şehzadesi Adil Giray la arkadaş olur. Adil Giray bir baskında yakalanır. Şahın karısı Şehriyar , Adil Giraya aşık olur. Adil Giray ise şahın kız kardeşi Perihana aşık olmuştur. Şehriyarın bir oyunu sonunda Adil Giray ve Perihan ölür , Cezmi ise yaralanır.

ÇALIKUŞU REŞAT NURİ GÜNTEKİN ROMAN

Feride , küçük yaşta anasını babasını kaybeder. Teyzesinin yardımıyla yatılı okula gider. Çok haşarı olduğu için ona Çalıkuşu adı takılır. Yazları teyzesinin yanına gider. Zamanla teyzesinin oğlu ile aralarında aşk başlar. Evliliğe kısa bir süre kala Kamuranın başka bir kızla ilişkisi olduğunu öğrenir. Her şeyi bırakır kaçar. Anadolunun değişik yerlerinde öğretmenlik yapmaya başlar. Daha evvel tanıştığı ihtiyar doktor Hayrullah Beyle Kuşadasında yine karşılaşırlar. Aralarındaki dostluk dedikodulara neden olunca formalite bir evlilik yaparlar. Hayrullah Bey Feridenin günlüğünü okur ve saklar . Kendisi ölünce Kamurana verilmek üzere bir zarfı Ferideye verir. Hayrullah Bey ölünce Feride zarfı götürür. Kamuran zarfı alır ve her şeyi öğrenir. Bir daha ayrılmamak üzere Ferideyle evlenir.

DAMGA REŞAT NURİ GÜNTEKİN ROMAN

2. Abdülhamit devri paşalarından birinin oğlu olan İffet babasıyla birlikte Midilliye gider. Babası ölünce İstanbula döner ve hukuk eğitimi almaya başlar. Çocuklarına ders verdiği Cemil Kerim Beyin karısı Vedia ile aralarında aşk başlar. Bir gece yakalanınca eve hırsızlık için geldiğini söyleyen İffet , mahkum olur. Hapisten çıkınca sabıkasından ötürü işsiz kalır. Bu arada kocasından ayrılan Vedia ile karşılaşır ve evlenme teklif eder. Vedia hırsız damgası yemiş biriyle evlenemeyeceğinin söyler . Roman İffetin bir itirafıyla son bulur.

DEVLET ANA KEMAL TAHİR ROMAN

Eser adını roman kahramanı Devlet Hatundan alır. Dört bölüme ayrılmış olan eserde Osmanoğullarının ortaya çıkış yılları , savaşçı dervişler , hilebaz keşişler , Şeyh Edebali , Yunus Emre gibi kişileriyle maceranın , aşkın , inancın , tarih - masal potasında eritilmesiyle yazıya dökülmüş biçimidir Msn Öğretmen öss kpss

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU PEYAMİ SAFA ROMAN

İstanbulda küçük bir evde yaşayan , sekiz yaşından beri bacağındaki kemik hastalığından dolayı hastane hastane dolaşan genç , Erenköyde akrabası olan emekli paşanın kızı Nüzheti sever. Nüzhet ise Ragıp adlı bir doktorla evlenecektir. Eserde roman kahramanının adı hiçbir yerde geçmemektedir. Roman gencin hastaneden çıkarılmasıyla sona erer.

EYLÜL MEHMET RAUF ROMAN

Süreyya Bey ve Suat Hanım beş yıldan beri evlidir. Süreyyanın arkadaşı Necip aile dostlarıdır. Necip Suata çok değer vermektedir. Bu değer veriş zamanla sevgiye dönüşür. Bu sevgi karşılıksız değildir. Ancak her ikisi de Süreyyaya ihanet edebilecek yaradılışta değillerdir. Zamanla bu aşk şiddetlenir. Bir gün köşkte çıkan bir yangında Suat içerde kalır. Necip onu kurtarmak için evin içine girer ve her ikisi de yangında ölür.

FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ AHMET MİTHAT ROMAN

Felatun Bey kız kardeşi Mihriban gibi nazlı büyütülmüştür. Görünüşte memurdur ; ama günlerini gezip tozmak ve eğlenmekle geçirmektedir. Babasından kalan mirası yabancı bir aktris uğruna harcayınca hayatı ve hatasını anlar. Rakım ise Tophane kavaslarından birinin oğludur. Babasını kaybedince zor şartlar içinde ortaokulu bitirir. Kitap çevirmeye başlar. Yaşı küçük bir cariye satın alır ve ona okuma yazma öğretir. Piyano dersleri verir daha sonra da Canan adlı bu kızla evlenir.

GÜLNİHAL NAMIK KEMAL OYUN

Tanzimatın ilk yıllarında Rumeli de sancak beyi olan Kaplan Paşa zalim biridir. Kardeşlerinin çocukları olan İsmet ile Muhtar birbirlerini sevmektedir. Kaplan Paşa Muhtarı halk tarafından çok sevildiği için kıskanır. Muhtarı yok etmek amacıyla hilelere başlar ve iki gencin arasını açar. Sonunda gerçek anlaşılır . İki gencin kavuşmasına İsmetin dadısı Gülnihal yardım etmiştir.

HANDAN HALİDE EDİP ADIVAR ROMAN

Refik Cemal , Nerimanla evlidir. Handan Nerimandan üç yaş büyüktür ve kardeş çocuklarıdır. ıı. Abdülhamit döneminde ihtilalci gençlerden olan Nazım, Handan ile evlenmek ister. Handan kabul etmez. Hüsnü Paşa adlı biriyle evlenir. Bu arada Nazım tutuklanmış , Handana iki mektup bırakarak intihar etmiştir. Handan kocasıyla Londra da bulunmaktadır. Bu sırada Refik Cemal konsoloslukla Londraya gider , orada Handan ile tanışır ve aşık olur. Handan beyin hummasına tutulur. Refik Cemal onun başından ayrılmaz, Handan iyileşince Refik Cemale sevgisini dışavurur fakat çektiği vicdan azabından ölür.

İNTİBAH YA DA SERGÜZEŞT-İ ALİ BEY NAMIK KEMAL ROMAN

Ali Bey zamanın meşhur kadınlarından Mahpeykerle tanışır. Annesi oğlunu korumak için Dilaşup adlı bir cariye alır. Terk edileceğini anlayan Mahpeyker Dilaşupa iftira atar , Ali Beyi öldürtmek için batakhaneye getirir. Orada bulunan Dilaşup Ali Beyi ölümden kurtarır ama kendisi ölür. Ali Beyde Mahpeykeri öldürür. Kendisi de hapiste ölür.

KARABİBİK NABİZADE NAZIM ROMAN

Olay Antalya ili Kaş ilçesinin Beymelik köyünde geçer. Babasından kalan tarlanın dört dönümünü komşusuna satmış olan Karabibik kalan sekiz dönümlük kısmı Yosturoğluna kaptırmamak için direnmektedir. Komşu Terme köyündeki rum bakkal Yaniden borç alarak bir öküz satın alır. Tarlasını sürer. Yosturoğlu da aralarındaki çekişmeyi unutup Karabibiğin kızı Huriyi yeğeyi Hüseyine ister. Karabibik mutludur. Bir süre sonra hastalanır , ancak kızının mürüvetini gördüğü için huzurludur.

KİRALIK KONAK Y.KADRİ KARAOSMANOĞLU ROMAN

Eski nazırlardan Naim Efendi , kızı Sekine , damadı Servet , torunları Seniha ve Cemil ile aynı konakta yaşamaktadır. Damadı lükse düşkün bir adam , Seniha serbest yetişmiş bir kızdır. Senihanın çevresinde Faik ve Hakkı Celis adlı iki genç vardır. Seniha Faikten hamile kalır. Naim Efendi sarsılır. Hakkı Celis cepheye gider. Seniha ise Avrupaya gider. Hakkı Celis şehit olur. Bunu öğrenen Naim Efendi hızla çöken bir dünyada yapayalnız kalır.

KIRIK HAYATLAR HALİT ZİYA UŞAKLIGİL ROMAN

Ömer Behiç ailesine bağlı bir doktordur. O dönemin yozlaşmış ailelerinden birinin kızı olan Neyyir doktoru baştan çıkarır. Ailesiyle gizli ilişkisi arasında bocalayan Ömer Behiç , küçük kızı Leylanın menenjitten ölmesi üzerine bunu ilahi bir uyarı kabul eder ve ailesine döner.

KUYUCAKLI YUSUF SABAHATTİN ALİ - ROMAN

1903 senesi sonbaharında Aydının Nazilli ilçesi Kuyucak köyünde eşkiyalar bir evi basar ve karı-kocayı öldürür. Soruşturmaya gelen kaymakam dokuz yaşındaki Yusufu evlat edinir. Kaymakam , karısı Şahindenin yüzünden kendisini içkiye ve kumara vermiştir. Fabrikatör Hilmi Beye üçyüz yirmi altın borçlanmıştır. Zamanla Yusuf ve kaymakamın kızı Muazzez büyür. Kasaba kabadayısı Şakir , Muazzezi rahatsız edilince Yusuf tarafından dövülür. Daha sonra kaymakam Yusuf ile Muazzezi evlendirir. Yusufu Edremite tahrirat katibi yapar. Bir süre sonra gelen yeni kaymakam Şakirin ve babasının yakın dostudur. İzzet Bey adındaki bu yeni kaymakam Yusufu görevden alır ve süvari tahsildarı yapar, artık Yusuf sürekli dışarıdadır. Bu arada Şahinde Hanımın evi kaymakam ve ileri gelenlerin çalgı çengi yeri olmuştur. Muazzez de iffetini yitirmek üzeredir. Bir akşam Yusuf eve gelir , evdeki herkesi öldürür. Karısını gömen Yusuf atını atlar ve dağlara gider.

KÜÇÜK AĞA TARIK BUĞRA ROMAN

17 yaşında İstanbulda Fatih medresesinde olan Mehmet Reşit Efendi , toplumun padişaha daha sıkı bağlanması için Dahiliye Bakanlığınca Akşehire gönderilir. Orada İstanbullu Hoca diye anılır. Halkın padişaha bağlı kalmasını sağlar. Kuvayi Milliyeyi engellediği için hakkında vur emri çıkar. İstanbullu Hoca , Çakırsaraylı çetesine sığınır. Çerkez Ethemin ortanca kardeşi Tevfik Beyin bir müfrezesinin başına geçer. Bu arada Çolak Salih onu vurmak için görevlendirilir. Ancak İstanbullu Hoca gerçekleri görmeye başlamıştır.Çolak onu vurmaz, ikisi birden Kuvayi Milliyeyi baltalamaya çalışan gruplara karşı mücadeleye başlarlar. Böyle bir mücadelede Hocanın sağ kolundan vurulmasıyla roman sona erer.

MAİ VE SİYAH HALİT ZİYA UŞAKLIGİL ROMAN

İstanbul da orta halli bir ailenin çocuğu Ahmet Cemil , mülkiyeyi bitireceği sırada babasını kaybeder , ailesinin geçimini sağlayabilmek için dersler vermeye başlar. Bu arada büyük ümitler verdiği eserini tamamlamaya çalışmaktadır. Ümitleri bir süre sonra ümitsizliğe döner. Kız kardeşi İkbal kocasının eziyetleri sonucunda ölür. Sevdiği kadın Lamia başkasıyla nişanlanır. Eseri beklediği ilgiyi görmez. Ahmet Cemil kitabını yakar , annesini de alıp bir gemiyle İstanbuldan ayrılır. Yemende bir ilçe kaymakamlığı görevini kabul eder ve oraya gider.

MÜREBBİYE HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR ROMAN

Matmazel Angel aşıklarının biriyle İstanbula gelmiş bir Parislidir. İki ay sonra yüzüstü bırakılır. Fransız bir ailenin yardımıyla Dehri Efendinin konağına girer ve onun çocukları Nezahat ve Nazmiye öğretmenlik yapmaya başlar. Bir süre sonra ailenin erkeklerini baştan çıkarma planları yapan Angel , aptal torun Samiden başlayarak ailenin reisi Dehri Efendiye kadar tüm erkekleri baştan çıkarır.

SERGÜZEŞT- SAMİPAŞAZADE SEZAİ ROMAN

Esircilerin Kafkasyadan getirdikleri Dilber , dokuz yaşında İstanbulda bir eve 40 liraya satılır. Evin hanımı ve zenci halayık Taravet çocuğa acımasız davranır. Evin reisi memuriyet için Anadoluya gideceğinden evin fazla eşyalarıyla birlikte Dilberi de 65 liraya esirciye satar. İleride fazla para etmesi için ut çalmayı , şarkı söylemeyi de öğrenen Dilber , bir süre sonra 150 liraya Asaf Paşanın konağına satılır. Konağın oğlu Celal , Dilbere aşık olur. Bunu öğrenen annesi Dilberi evden uzaklaştırır. Dilber bu kez Mısır da zengin bir Mısırlının cariyesi olmuştur. Kapatıldığı evden kaçmak üzereyken paniğe kapılır, kendini Nil nehrine atar.

SİNEKLİ BAKKAL HALİDE EDİP ADIVAR ROMAN

II. Abdülhamit devrinde Aksarayda Sinekli Bakkal Mahallesinde imamın kızı Emine , aynı mahalleden orta oyuncu Tevfik ile babasının karşı çıkmasına rağmen evlenir. Tevfik zenne rolüne çıktığı için Kız Tevfik diye anılmaktadır. Bir süre sonra bu yüzden ayrılırlar . Ayrıldıktan sonra Rabia isminde bir çocukları dünyaya gelir. Tevfik ünlü bir sanatçı iken İstanbuldan sürgüne gönderilir. Bu sırada Rabia sesi ile herkesi büyülemektedir. Kuran ve mevlid okumakta üstüne kimse yoktur. Tevfik sürgünden döner , kızını yanına alır . Ancak bu seferde Genç Türkler adlı bir gruba yardım ettiği için Şama sürülür. Rabia ise Müslüman olan piyano öğretmeni Peregrini ile evlenir. 1908 meşrutiyet ilanından sonra Tevfik sürgünden döner , Sinekli Bakkal Mahallesinde eski mutlu günlere dönülür.

SODOM VE GOMORE Y. KADRİ KARAOSMANOĞLU- ROMAN

Müteareke dönemindeki İstanbulda sosyal yaşam anlatılmıştır. Romanda Sami Bey ve ailesi ile bu aileyle ilişkili yerli ve yabancı kahramanlar anlatılır. Tek olumlu kahraman Leylanın nişanlısı Necdettir. NOT: Sodom ve Gomore Ürdünde günahkarlıkları yüzünden Tanrının gazabına uğrayarak yerle bir edilmiş iki şehrin adıdır.

ŞAİR EVLENMESİ İBRAHİM ŞİNASİ EFENDİ- OYUN

Türk tiyatrosunun basılı ilk metni olan bir perdelik komedide şair Müştak Bey , sevgilisi Kumru Hanım yerine onun çirkin ablası ile nikahlanır. Şiar gerdek gecesi işi anlar. Nikahı kıyan imam Ebüllaklakaya rüşvet vererek , durum düzeltilir. İmam yaşça büyük olan kızı değil , boyca büyük olan kızı nikahladığını söyler ve durum düzelir.

ŞIPSEVDİ H.RAHMİ GÜRPINAR ROMAN

Meftun kalabalık bir ailenin oğludur. Parasızlık yüzünden zengin Kasım Efendiye damat olmak ister. Entrikalar sonunda Kasımın kızı Edibeyi alır. Meftunun kız kardeşi Lebide ise Kasım Efendinin oğlu Mahir ile evlendirilir. Kasım Efendinin servetini ele geçirmek isteyen Meftun , Mahiri kullanır. İş öğrenilince Mahir evlatlıktan reddedilir. Meftun Parise kaçar , Edibe ise babası Kasım Efendinin yanında kalır. Edibe eve erkek almaya başlayınca Kasım Efendi felç geçirir. Meftun ise servetin peşinde olduğu için eski karısıyla yeniden evlenme planları yapmaya başlamıştır.

TAAŞŞUK-I TALAT VE FITNAT ŞEMSETTİN SAMİ- ROMAN

Annesi tarafından büyütülen Talat,Fıtnat adında bir kıza aşık olur. Kadın giysileri giyerek kızın evine gider ve onunla konuşur.Üvey babası ise Fıtnatı zengin biriyle evlendirir.Evlendiği Ali Beyin vaktiyle annesini terk eden babası olduğunu kendisini vurduktan sonra yaralıyken öğrenen Fıtnat ölür,onu Talatın ölümü izler.Fıtnatın öz babası olduğunu öğrenen Ali Bey çıldırır ve ölür.

VATAN YAHUT SİLİSTRE NAMIK KEMAL OYUN

İslam Bey savaş çıkınca nişanlısı Zekiye ile vedalaşır ve cepheye gider.Zekiye erkek kılığına girerek Adem adıyla gönüllüler arasına katılır.Silistre kalesi komutanı Sıtkı Bey,Ademi çelimsiz bulur ve geri göndermek ister,ama Adem kabul etmez.İslam Bey yaralanır, Abdullah Çavuş ve Adem düşman cephaneliğini havaya uçurur,kale kurtarılır.Ademin kimliği ortaya çıkar.Sıtkı Beyin daha önce öldüğünü sandığı babası olduğunu öğrenen Zekiye,zafer sevinci içinde İslam Beyle evlenir.

YABAN- YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU ROMAN

Birinci Dünya Savaşında bir kolunu kaybeden Yedeksubay Ahmet Celal işgal altındaki İstanbul da yaşayamayacağını anlayınca emireri Mehmet Ali nin çağrısına uyar Haymana Ovasında Porsuk Çayı kenarındaki Mehmet Alinin evine gider . Köylülerle dost olmak istediği zaman köylülerin ona yabancı gözüyle baktığını anlar . Köylüler ona yaban adını takmışlardır. Mehmet Ali yeniden askere alınır. Köy Yunan işgaline uğrar , Ahmet Celal köyde geçen günlerini yazdığı defterini Mehmet Alinin yengesi Emineye teslim ederek oradan ayrılır. Bu defter daha sonra kenarları yanmış bir biçimde yıkıntılar arasında bulunur. Defterdeki yaban romanıdır.

YAPRAK DÖKÜMÜ REŞAT NURİ GÜNTEKİN ROMAN

Suriye ve Anadoluda 25 yıl çalışan daha sonra işine son verilen memur Ali Rıza Bey , karısı , üç kızı ve oğluyla , İstanbul da geçim zorlukları içinde yaşamaktadır. Sırasıyla oğlu Şevket , kızları Necla ve Leyla yaşadıkları olumsuz olaylar sonucu aileden koparlar. Leylanın iffetsiz bir hayat yaşadığını öğrenen Ali Rıza Bey felç geçirir. Babasını hastaneden Leyla çıkarır ve yaşadığı eve götürür. Ali Rıza Bey Leylanın yanında için için bir utancı ve kendi kırık hayatını yaşamaya başlar.

ZAVALLI ÇOCUK NAMIK KEMAL - OYUN

Şefika , babası Halil Beyin öksüz bir akrabası olduğu için yanına aldığı Ata ile birlikte büyümüştür. Bir süre sonra zengin bir paşa ile evlendirilen Şefika , gönlü Atada olduğu için bu acıya dayanamaz ve hastalanır. Kısa süre içerisinde verem , Şefikayı ölümün eşiğine getirir. Okuldan izinli gelen tıbbiye öğrencisi Ata , Şefikanın ölmek üzere olduğunu görünce , eczaneden aldığı zehri içer , ikisi birlikte ölürler.

ZEHRA NABİZADE NAZIM ROMAN

Olay 1890 yılında İstanbul da geçer , tüccar Şevket Efendi kızı Zehrayı katibi Suphi ile evlendirir. Suphinin annesi , yardımcı olsun diye Sırrıcemal adında cariyeyi eve getirir. Zehranın kıskançlıkları başlar , bu kıskançlıklardan bıkan Suphi Zehrayı boşar ve Sırrıcemalle evlenir. Zehra intikam almak için Ürani adlı çok güzel bir rum kızını Suphiyi baştan çıkarmak için görevlendirir. Suphi bu tuzağa düşer , Sırrıcemal intihar eder , Zehra bu sefer mağazadaki yeni katip Muhsinle evlenir. Suphi beş parasız kalmış ve tulumbacı olmuştur. Üraniyi öldürür ve Trablusgarba sürülür. İkinci kocasıyla da mutlu olamayan Zehra kocasının ölümünden sonra tek başına kalır. Bir gün Mahmutpaşa yokuşundan inerken yol ortasında yoksul bir kadının öldüğünü görür. Bu kadın Suphinin annesidir. Duruma çok üzülen Zehra hastalanır ve vicdan azabı içinde ölür